31 Aralık 2014 Çarşamba

Okşan AYBAŞ - 2015 HOŞGELDİN...




        Yeni bir yıl... Adettendir, hoşgeldin diyelim 2015'e .

Hoşgeldi, sefa geldi.

Yaşadığımız her günün, aldığımız nefesin, sevdiklerimizin  değerini bilelim. Mutlu olalım, mutluluk verelim.
İstediklerimizi gerçekleştirmeye, kendimizi geliştirmeye, yenilemeye devam edelim.

Sahip olduklarımızın değerini bilelim. Hayat çok güzel, tadını duyumsayalım.

Yine barışa, adalete, refaha hasret insanlar, ülkeler olacak. Sağlıklarını, sevdiklerini kaybedenler de  ne yazık ki. Keşke iyi dileklerimiz yeterli olabilseydi...

Gönlünüzce geçsin 2015. Sağlıkla, mutlulukla kalın...    31.12.2014
                                                                                                       
                                                                                                        Okşan AYBAŞ


30 Aralık 2014 Salı

Gabriel Garcia MARQUEZ - Başkan Babamızın Sonbaharı





  17.4.2014 te 87 yaşındayken ölen Kolombiyalı yazar Marquez, 1982 yılında Nobel Edebiyat Ödülü'nü almıştır. 

   Yaşamını gazetecilik yaparak sürdürmüştür. 1967 yılında yayımlanan Yüzyıllık Yalnızlık en bilinen eseridir. Son otuz yıl boyunca Meksika'da yaşayan yazarın romanlarında hayal gücünün zenginliği şiirsel anlatımla adeta süslenmiştir.

Marquez okuyabilmek için önce okumaya karar vermek, daha sonra kesintisiz betimlemeleri ile nokta koymaksızın virgüllerle uzun anlatımlarına uyum sağlayabilmek gerek bence.

Bloğumda daha önce Ekim 2013 te Kırmızı Pazartesi, Mayıs 2014 te Mavi Köpeğin Gözleri adlı kitaplarını tanıtmıştım. Mart 2014 te ''Veda Mektubu'nu'' paylaşmıştım. Daha sonra basında veda mektubunun kendisi tarafından yazılmadığı iddiaları yer aldıysa da, işin doğrusu nedir bilemiyorum.

Başkan Babamızın Sonbaharı keyifli bir roman. Yaşı 107'yle 232 arasında, hepsi yedi aylık doğmuş 5000 çocuklu bir diktatör, Ülkesindeki saatler bile onun isteğine göre ayarlanıyor. Okuma yazma bilmeyen diktatörün garip korkuları varsa da,  kayıtsız şartsız ülkeye ve ülkesinde yaşayanlara mutlak hakim.
Hayalgücü bu ya, sınırsız işte...

Bugüne kadar G.G. Marquez hiç okumadıysanız, Kırmızı Pazartesi'yle başlamak daha rahat okumanızı, yazarın anlatımına alışmanızı sağlayacaktır.



******


Kitaptan Alıntılar:


... yarın öbür gün ağzımdan yel alsın ya altındaki koltuğu çekiverirlerse, seni kilise kapılarında ona buna el açarken görmek istemem, hiç değilse şarkı söylemeyi becerebilseydin, piskopos, kaptan falan  gibi  bir şey olsaydın, ama ola ola general oldun, komut vermekten başka bir şey gelmez elinden, devlet parasından artanı güvenli bir yere gizlemesini öğütlemişti oğluna... (s.64 )


...yönetimi süresince her gece yaptığı gibi  nöbetçileri saydı, kilitleri yokladı, kuş kafeslerini örttü, ışıkları söndürdü, saat on ikiydi, ulus erinç içinde, dünya uykudaydı, fener ışıldağının, tez geçici şafaklarından vuran ışık dilimleri arasında yürüyerek karanlık yapıyı aştı, yatak odasına vardığı, gerektiğinde hemen erişebileceği bir yere astı lambasını, üç sürgüyü sürdü, üç sürgüyü kilitledi, üç kolu indirdi, oturağa çöktü...(s.111)



...yazgıya karşı çıkılmaz, diyorlardı, değil mi ki çocuk, nefesli saz çalmak dışında her şeyin üstesinden gelebilir, diyorlardı, bu arada bir sirk falcısı, yeni doğmuş bebeğin avucunda hiç çizgi olmadığını fark etmiş, bunu ilerde kral olacağına yormuştu, dediği de çıkmıştı işte,.. (s.129)




22 Aralık 2014 Pazartesi

Orhan VELİ - Yalnız Seni Arıyorum

                                                        

  Bloğumda daha önce de mektup türünden eserler paylaşmıştım.  Paylaştıklarımın arasından en çok Kafka' nın Baba'ya Mektuplarından etkilendiğimi söylemeliyim. 

Aslında mektuplarla sevdiğimiz, merak ettiğimiz kişileri daha yakından tanımak hoşuma gidiyor. ''Yalnız Seni Arıyorum'u'' okurken Orhan Veli'nin sevgilisi Nahit Hanıma yazdığı mektuplarla şairi daha yakından tanıma fırsatım oldu. Şairin bazı şiirlerinin ilk halini okuyor, yaşadığı dönemin İstanbul'una, edebiyat dünyasına tanıklık ediyorsunuz.

Orhan Veli'nin otuzaltı yaşında belediyenin kazdığı bir çukura düştükten birkaç gün sonra öldüğünü biliyordum ama kışın ayağına ayakkabı, üstüne palto alamayacak, pul parası bulamayacak kadar yoksulluk içinde olduğunu bilmiyordum. 
Mektuplar duygu yüklü, samimi. İstanbul'dan Ankara'ya gidememek, sevgiliye ulaşamamak nasıl bu kadar imkansız olur, bugünün algısıyla anlamak zor tabii.

Her ne kadar mektup türü okumayı sevip, mektupları yazan kişiyi daha iyi tanımamıza yol açan belgeler deyip yayımlanması gerektiğini savunsam da; bu kez Orhan Veli'nin mektuplarını okurken ikilem yaşadım doğrusu. Muhtemelen duygu dünyasının bu kadar açıkça bilinmesinden şair de rahatsız olurdu

YKY tarafından yayımlanan kitap,165 sayfa, mektupseverlere duyurulur!


******


Kitaptan Alıntılar:


Hayatımızın hiç düşünmeden feda edebileceğimiz seneleri o kadar çok mu? Ömrümüzü hep böyle birbirimizden uzak mı geçireceğiz?  Sen belki yine bu kadere boyun eğmenin de güzel bir şey olduğunu söyleyeceksin. Ne lüzumu var bu türlü avunmalara? Bir arada olsak daha iyi değil mi? ( 61)


İki gündür Boğaz'da bir sonbahar havası var. Bu da hüznümü arttırıyor. Bilmediğim bir maceraya, çok büyük bir maceraya atılmak istiyorum. Aşk falan zannetme. Katiyen değil. Aşkla beraber kendimi de dünyayı da unutmak istiyorum. İstiyorum ki dünya da beni unutsun. Sefil olmak, perişan olmak, sürünmek hiçbiri bir şey değil. Ölmek de hiçbir şey değiştirmez.  (s.83 )


İsterdim ki mektubunu alır almaz sana müspet bir cevap vereyim ve hemen Ankara'ya gelebileyim. Ama vaziyetimi bir düşün.İki günden beri yağan yağmura ve soğuğa rağmen üstümde beyaz bir ceket var. Pabucum yok, gömleğim yok, kravatım yok, pardösüm yok. Bu kıyafatle Ankara'ya gelebilir miyim? Gerçi senin yanında olmadığım zamanlar sokağa çıkmam. Fakat hiç kimseye görünmeden Ankara'ya gelip gidebilecek miyim?  (s.90 )



18 Aralık 2014 Perşembe

PLATON - Sokrat' ın Savunması




  Platon (M.Ö yaklaşık 428-348) yılları arasında yaşamış, Antik Yunan filozofu, matematikçi ve edebiyatçısıdır. Asıl adı Aristokles'tir.

Platon, hocası Sokrat'ı tanıdıktan sonra felsefeye yönelmiştir.

Sokrat'ın göklerde olan bitenle uğraştığı, yerin dibinde olanları araştırdığı, yanlışı doğru gibi gösterdiği, Tanrı tanımadığı, insanları kandırdığı suçlamalarıyla yargılanırken yaptığı savunmayı içerir kitap. Sokrat savunmasını yaparken aynı zamanda sorduğu sorularla kendisine yöneltilen suçlamaları çürütmeye çalışmıştır.

Dünya Klasikleri arasında yüzyıllardır yer alan bu eseri felsefe sevenlere, sade dille etkili savunma nasıl yapılmış diye merak edenlere  öneriyorum.

Elimdeki kitap sadece kırk altı sayfa, Sosyal Yayınları tarafından yayımlanmış.

Keyifli okumalar...


******


Kitaptan Alıntılar:


  Asıl bilen, Atina hakimleri, belki yalnız tanrıdır; o sözü ile de insan bilgisinin büyük bir şey olmadığını, hatta hiçbir şey olmadığını göstermek istemiştir; Sokrates demiş olması ancak bir söz gelişidir; ''Ey insanlar! Aranızda en bilgesi, Sokrates gibi bilgeliğinin gerçekte bir hiç olduğunu bilendir'' demek istemiş. İşte böylece Tanrının sözünü düşünerek yer yer dolaşıyor, yurttaş olsun yabancı olsun bilge sandığım kimi bulursam konuşup soruyorum; bilge olmadıklarını anlayınca da tanrı sözüne hak vererek bilge olmadıklarını kendilerine gösteriyorum.  (s.18 )


  Evet, benim vazifem, size parayla erdemin elde edilemeyeceğini, paranın da genel olsun özel olsun her türlü iyiliğin de ancak erdemden geldiğini söylemektir. Ben bunları öğretmekle gençleri doğru yoldan ayırıyorsam, zararlı bir insan olduğumu kabul ederim. Ama biri gelip öğrettiğim şeylerin bunlar olmadığını iddia ederse yalan söylemiş olur. Bu noktada Atinalılar, Anytos'a ister inanın ister inanmayın, hakkımda ister beraat hükmü verin ister vermeyin; her durumda, iyice bilin ki, bir değil binkere ölmem gerekse bile, yolumu asla değiştirmeyeceğim.  (s.29 )


  Şimdi, ey beni mahkum edenler! Size bir kehanetimi söylemek isterim; çünkü ben şimdi hayatın, öyle bir anında bulunuyorum ki, burada insanlar ölmezden önce kehanet gücüne erişirler. O halde benim katillerim olan sizlere haber vereyim ki, ölümümden çok geçmeden, bana verdiğiniz cezadan daha ağır bir ceza sizi beklemektedir.  (s.43 )



16 Aralık 2014 Salı

Maksim GORKİ - Benim Üniversitelerim




  Gorki ''Çocukluğum'', ''Ekmeğimi Kazanırken'' ve ''Benim Üniversitelerim'' adlı romanlarından oluşan seride kendi yaşamını anlatır.

   Serinin son kitabı olan ''Benim Üniversitelerim'de'' yazar sanıldığının aksine Üniversite yaşamını değil, bir arkadaşının önerisiyle gittiği Kazan'da kaldığı öğrenci evinde ve çalıştığı fırındaki yaşamını üniversite gibi değerlendirerek anlatır. Onca yokluğa rağmen okuma, öğrenme tutkusu Gorki'yi üniversite öğrencilerinin gizli toplantılarına katılıp tartışmalarda siyaseti, hayatı irdeleyip sorgulamasına yol açar.

  Küçük yaşta öksüz kalan Gorki, çalışmak zorunda kalmıştır. Okuma tutkusunun sonucu sonraki yıllarda yayınlanan ''Çelkaş'' adlı öyküsü ile meşhur olmuştur.

''Gorki'' Rusça ''acı'' demek olup, yazarın acıyla geçen yaşamı nedeniyle kullandığı takma adıdır. Gerçekçilik ve Çarlık karşıtı düşünceleriyle yazdığı meşhur ''Ana'' adlı eserini Rus Devrimine adamıştır.

  Kendi ortaokul- lise yıllarını hatırlıyorum da, Gorki'nin ''Ana'sını'' okumayan öğrenci herhalde yoktu. Fırsat bulup tekrar okumayı isterim doğrusu!
Klasikleri okumayı seviyorum. Günümüz Türk ve Dünya Edebiyatı eserlerini okurken arada okuduğum Dünya Klasikleri beni mutlu ediyor. Edebi açıdan ne kadar doyurucu olduğu ise tartışmasız.

Keyifli okumalar...


******


Kitaptan Alıntılar:


Öfkeyle uluyan rüzgarın küçücük parçalara böldüğü gri göğün yeryüzünü buzdan toz yığınlarının içine gömmek için alçalır gibi göründüğü fırtınalı bir geceydi. Yeryüzünde hiç bir canlı kalmamış, güneş bir daha doğmamak üzere batmış gibiydi sanki.  (s 45-.46 )


Bütün bu dönem boyunca ''akıllıca ve sonsuz doğru'' olarak kabul ettiğim şeylerin tohumlarını ekmek için vazgeçilmez bir arzuyla doluydum. İnsanlarla kolayca anlaşan biri, canlı bir konuşmacıydım; imgelemim, kişisel deneylerim, gerekse okuduğum kitaplarla uyarılmıştı. En önemsiz, en doğal olaydan ''görünmez ipliğin'' halkaları ve düğümleri çevresinde kurulmuş ilginç bir öykü yaratabilirdim. (s.79 )


Bu insanlar arasında çok mutluydum ve akşam sohbetlerinde çok şey öğrenmiştim. Romas' ın getirdiği her sorun güçlü bir ağaç gibi köklerini yaşama özüne salıyor ve orada onun kadar güçlü başka bir ağacın kökleriyle karışıyor gibi geliyordu bana. Her dal canlı düşünce çiçekleriyle, etkili sözcüklerden oluşan düşünce yapraklarla doluydu. Kitapların insanı  canlandıran ölümsüzleştiren suyunu içerek belirli bir ilerleme gösterdiğimi anlamaya başlamıştım. (s.144 )


29 Ekim 2014 Çarşamba

Peyami SAFA - Fatih-Harbiye



  Geçen yıl Kasım ayında Peyami Safa'nın 9. Hariciye Koğuşu'nu uzun yıllar sonra tekrar okuyup sizlerle paylaşmıştım. Fatih-Harbiye adlı romanını ise maalesef yeni okuyabildim.
Televizyon ve dizi izlemekten hoşlanmadığım için dizi olarak da yayınlanan bu eserin aslı ile ne kadar uyumlu olduğunu bilemiyorum.

  Biraz Peyami Safa'yı  tanıyalım;
Peyami SAFA (1889-1961) yıllarında yaşamış, edebiyat dünyasında Server Bedi takma adını da kullanmıştır. Babası, Servet-i Fünun dönemi şairlerinden İsmail Safa'dır. Babasının sürgün gönderildiği Sivas'ta vefatı üzerine Peyami Safa ''Yetim-i Safa'' adıyla anılmıştır.

  Geçim sıkıntısı nedeniyle öğrenimini yarım bırakmış, çeşitli işlerde çalışmış, öğretmenlik, gazetecilik de yapmıştır. Para kazanma kaygısıyla yazdığı makale ve kitaplarında Server Bedii takma ismini kullanmıştır.

  Fatih-Harbiye'de yazar medeniyetin toplumda yarattığı bocalamayı, nesiller ve sosyal çevreler arasındaki çatışmayı, ahlaki çöküşü öyle güzel işlemiş ki... Romanı başarılı kılan da olaydan çok Peyami Safa'nın yaptığı tahliller bence.

  Türk Edebiyatının klasiklerinden olan Fatih-Harbiye'yi okumanızı öneriyorum.


******


Kitaptan Alıntılar:
 

Neriman düşündü ve bir anda şarklıların kedileri ve garplıların köpekleri niçin bu kadar çok sevdiğini anladı. Hristiyan evlerinde köpek ve Müslüman evlerinde kedi bolluğu şundandı: Şarklılar kediye, garplılar köpeğe benziyorlar! Kedi yer, içer, yatar, uyur, doğurur; hayatı hep minder üstünde ve rüya içinde geçer; gözleri bazı uyanıkken bile rüya görüyormuş gibidir; lapacı, tenbel ve hayalperest mahluk, çalışmayı hiçsevmez.  (s.48 )


İkisine de mazi hakimdi. Hep geçen günleri düşünerek yürüyorlardı. Bir kibrit alevinin muvakkat ışığında görünüp kaybolan eşya gibi, birçok hatıralar parlayıp sönüyordu. Şinasi bu hatıralara dalarken her vagonun penceresinde bildik bir baş gülümseyen şimendifer katarının hızla geçmesi karşısındaki hissi duyuyordu: Bu bildikler, çoğu aziz dostlar ve hep aziz dostlar, mendil sallayarak uzaklaşıyorlardı ve bir daha dönmemek üzere uzaklaşıyorlardı.   (s.70)


Bütün Fatih uykuda. Otomobil, uyuyan bir adamın genzine kaçan sinek gibi, karanlık sokakların derin sükununu gıcıklıyor... Bu saatte, Fatih'in simsiyah büyük şiltesi üstünde, arzular, büyük hırslar, insanlar, hayvanlar ve taşlar, yekpare bir külçe halinde, szmış gibi, ayrılmayacakmış gibi, dirilmeyecekmiş gibi uykuda.  (s.130)





13 Ekim 2014 Pazartesi

KİTAPÇA YAŞAMAK BİR YAŞINDA...



          Merhaba Sevgili Kitapça Yaşayanlar...
 
  Sizlerle buluşalı bugün bir yıl olmuş. Hep öyle denir ya; ne çabuk geçmiş zaman!

Okuduklarımı hem kitap sevenlerle paylaşmak, hem de unutmamak adına arşivlemek için kurduğum bloğum tahminimden çok daha geniş kesime ulaştı, mutluyum.

  Beni Türkiye dışında ABD,Almanya; Rusya, Fransa, Ukrayna, Azerbaycan, Sırbistan, İngiltere, Endonezya ve adlarını sayamadığım diğer ülkelerden takip eden, elektronik postalarıyla beni yüreklendiren tüm okurlara,  çok teşekkür ederim.

  Güzel şeyleri paylaşarak çoğaltmak güzel bir duygu.
Okuyup paylaştığım kitapları araştırıp oluşturduğum farklı  listelerden seçiyor, klasikleri, Dünya ve Türk Edebiyatını, ödüllü kitapları, yeni yazarları da okuyup tanıtmaya çalışıyorum.

  Bu yıl da çokça okuyup sizlerle paylaşmayı umuyorum.
                                                                                  Hoşçakalın...
                                                                                                   Okşan AYBAŞ 


 
 
 

12 Ekim 2014 Pazar

Ahmet BÜKE - Yüklük




Ahmet BÜKE 1997 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisat bölümünden mezun olmuştur. Ölümsüz Öyküler Yayımevinin düzenlediği "Xasiork 2002 Kısa Öykü Yarışması"nda “Kayıp Dua Kitabı” isimli hikâyesi birincilik ödülü, 2008'de "Alnı Mavide" ile Oğuz Atay Öykü Ödülü'nü, 2011'de Kumrunun Gördüğü adlı kitabı ile Sait faik Hikaye Armağanını almıştır.

  Yazarın ''Kumrunun Gördüğü'' adlı kitabını daha önce okumuştum. Ahmet BÜKE'nin yalın dili, anlatımı okumayı kolaylaştırırken kendine özgü anlatımı ise çarpıcı.
 İyi yazarların öykülerini okumak  da ayrı bir keyif.

  Can Yayınları tarafından Nisan 2014 te yayımlanan kitap, 87 sayfa. Kitap hal ve bakiye adlı iki ayrı bölümden oluşuyor. Öyküler kısa ve okunası, tavsiye ederim...


******


Kitaptan Alıntılar:


''Aliye yürüdü sokakta.'' 
Saçlarını omzuna bırakmış, çiçekli eteği dizlerinde. Beyaz, hafif topuklu, tokası goncadan ayakkabıları var.
  Aliye annem olacak daha sonra. Daha birkaç yıl var. Ama şimdiden geçiyor fırının önünden. İçeriden ekmek ve hamur kokuları geliyor. Beyaz esintili. Usulca bakıyor pencerenin ardındakiateşe ve terli karartılara.
  ''Aliye yine geçiyor..''            ( Ben Nasıl Geldim Şu Dünyaya s.39 )



''Korkarsan deli gibi sarılırsın hayata. Kaybetmemek için daha çok seversin. Sevdikçe için ona geçer. Lehimler seni hayat... Eğer öykü bitecek diye korkarsan daha çok yazarsın. Geceleri uyanıp ter içinde düşünürsün. Öykünün ham halini biliyorsun değil mi?''   (Dostumuz Yaşamasız, Kömürümüz Kara s.70)






 

6 Ekim 2014 Pazartesi

Güven Taneri ULUKÖSE - Sait Faik




 Yaşamını merak ettiğim yazarlar arasında ön sıralarda yer alır Sait Faik. Biyografisinin yayımlandığını öğrenir öğrenmez alıp okudum.

 Güven Taneri Uluköse tarafından yazılan ''Sait Faik'' biyografisi Cinius  Yayınlarından Mayıs 2014 te yayımlanmış olup 235 sayfadır.
 
 Yazarın yaşam öyküsü - İstanbul Lisesi, Bursa Lisesindeki yılları, son yılları-  anlatılırken, hikayeciliği de üç döneme ayrılmıştır.  Yazdığı öykülerden alıntılar yapılması gerek okuduğumuz öyküleri anımsamak  gerekse Sait Faik'in yaşamından  izler taşıması, hangi dönemde hangi etkiler altında öykülerini yazdığını anlayabilmek açısından da kitabı ilginç kılmıştır.

 Sait Faik'in sade ama bir o kadar da etkili anlatımına hep hayran olmuşumdur. Yazarın biyografisini okurken  ailesinin maddi desteğiyle pek geçim kaygısına düşmeksizin yaşamı boyunca İstanbul'u adım adım dolaşıp, halkın içinden insanlarla ahbaplık ederken, onları çok da iyi gözlemleyerek öykülerine nasıl zemin sağladığını anlıyoruz.
 
Vasiyeti üzerine malvarlığı, eserlerinin telif hakkı  Darüşşafaka Cemiyetine kalan yazar adına her yıl Sait Faik hikaye Armağanı verilmektedir.


******


Kitaptan Alıntılar:



Yazar, 11 Kasım 1948'de romanla ilgili Akşam Gazetesı'ne şöyle bir açıklama yaptı:
  ''Medarı Maişet adlı hikaye kitabı çıkarmıştım. Hayatı tozpembe görmüyorum diye mahkeme masrafı ödedim. Üzüntüsü de caba. Kahramanlarım rahat etmek için hapse giriyor. Bütün sebep bu! '' 
(s.33)


Sait Faik, üretici güçler, üretim ilişkileri, toplumsal sınıflar, sınıf savaşımı konularında uzun boylu düşünmüş, bilimsel eserler okumuş bir yazar değildir; gerçekçiliği beş duyu gerçekçiliğidir. Yaşamın zevkini vc lezzetini fakir insanların bildiğine inanır. (s.57)


Sait Faik demek, sabahın ilk ışıkları, martı çığlıkları, Yani Usta, balıkçılar... hasılı İstanbul, Burgazadası demek oluyor. Böyle bir tanıtım, 200'ü aşkın öyküsü olan bir insanı 20-30 öyküye hapsetmektir. Bütün öyküleri okunduğunda görülecektir ki, Sait Faik bir mozaik kadar renkli, bir çiçek dürbünü zenginliğindedir.  (s.99)

 


1 Ekim 2014 Çarşamba

Ömer İZGEÇ - Bozadam

 


 Çok fazla fantastik kitap okuyan biri değilim ama Ömer İZGEÇ'in ''Fevkalbeşer Sair Bey ve Suskunluğu '' adlı romanından sonra merakla beklediğim ikinci kitabını da  ilk okuyanlardan biri oldum.

  Yeni yazarları, yeni kitapları da tanıtmaya çalıştığım bloğumdaki özgün yazarlardan biri de Ömer İZGEÇ. 

  Sizlerde benim gibi düşünüyormusunuz bilemiyorum ama yazarı kadar  kitabın adı, kapağı da okuru çok etkiliyor. Beklediğim kitabı raftaki ilk gününde alırken kapağının tasarımı da çok hoşuma gitti. (Kapağın tasarımı Şükrü Karakoç'a ait ) Romanı okumadan kapak resmindeki kuşu omzumda hissedip esrarengiz ormana daldım adeta.

  Belirsiz bir zamanda esrarengiz mekanlarda, ormanda geçen hikayenin kahramanı Es, on iki yaşında. Ormanda büyüklerden uzak yalnız yaşayan çocuklar, topraklarında sürülen bir ırk, bitkileriyle, kuklalarıyla kendi dünyalarını kurmuş yetişkinler, bir ırmağın ayırdığı aşıkların hikayeleri çok başarılı betimlemelerle harmanlanmış.

  Ömer İZGEÇ'in Bozadam'ını okurken başka dünyalara dalacaksınız. Bozadam'ı okumanızı öneriyorum.
Yazdıklarıyla edebiyat dünyasında sağlam adımlarla ilerleyen Ömer İZGEÇ'i kutluyorum.

Keyifli okumalar...


******


Kitaptan Alıntılar:


  Es, aniden dışarıdan gelen çığlık sesiyle irkildi. Bir an, odaya süzülen rüzgarın içine karışmış katilin nefesini hissetti. Çığlık bir bıçak darbesi gibi geceyi yırtmış ve aynı hızla yitip ardında usul usul kanayan bir sessizlik bırakmıştı. (s.35 )



 Gölün yüzeyinde oluşan ufak kıpırdanmaların olduğu yerden, katransı kanatlarından damlalar saçarak bir kuş çıktı. Gökyüzüne doğru yükseldi. Bulutların arasında süzülen huzmeleri arar gibi havada bir daire çizdi. Bir kevgiri andıran gökyüzünden yer yer süzülen ışık demetlerinde ıslak kanatları menevişleniyor, gövdesinden süzülen damlalar ışıyordu. Kuşun ağzında pulları parıldayan bir balık debeleniyordu. (s.55 )


  Bozadam - Konuşamıyorum. Ağzımdan dökülemeyen kelimeler içimde birikiyor. İçim tıka basa doluyor. Yine. Konuşmak istemiyorum. Herkesten ve herşeyden kaçmak istiyorum. Vardığım kuytularda  her seferinde kendimle karşılaşıyorum. İçimde biriken sözcüklerden yalnızca sana yazarak kurtulabileceğimi hissediyorum. Senin yakınlarımda  bir yerde olduğunu düşünerek avunuyorum. (s.164 )




27 Eylül 2014 Cumartesi

Stefan ZWEIG - Amok Koşucusu







 1881'de Viyana'da doğan Stefan ZWEIG yaşamı boyunca intihar etmeyi düşünmüş, İkinci Dünya Savaşı sırasında 1942'de  ikinci eşiyle birlikte intihar etmiştir.

Eserlerinde başarıyla psikolojik çözümlemeler yapmıştır.

Amok Koşucu'sunda da tüm öykülerin ortak yanı, intiharla sonuçlanmasıdır. Öykülerinin yazarın yaşamından izler taşıdığı söylenir.

Bu kitap sebebiyle Amok Koşucusunun ne olduğunu öğrendim, sizlerle de paylaşayım; Amok, Malezya ve Hindistan'da görülen bir tür cinnet hali. Cinnet geçiren kişi koşarak karşısına çıkanları rastgele öldürüyor ve intihar ediyormuş. Amok Koşucusu adlı öykü de çok  güzel işlenmiş.
 Can Yayınları tarafından yayınlanan kitabın elimdeki 10. basımı, 191 sayfa ve içinde yedi tane öykü var.

Öykülerin hepsi birbirinden çarpıcı. Stefan ZWEIG  üzerine ne söylesek az. 

Bu kadar güçlü yazarın bundan önce sadece  Satranç adlı romanını okuduğum için üzgünüm, eminim adlarını duyduğum diğer eserleri de birbirinden güzeldir.

Keyifli okumalar...


******


Kitaptan Alıntılar:


  Bayan de Prie, bu karmaşanın ortasında, damarlarındaki donmuş kanın ısındığını hissediyordu. Sayıca pek az olmayan, tümüyle başkalarından beslenen kadınlardandı. Kendisine hayranlığını gösteren birini görünce güzelleşiveriyordu, akıllı insanların yanında o da zeki oluyordu, pohpohlandığında tepeden bakıyordu, sevildiği zaman aşık oluyordu. Kendisinden çok şey istendikçe o da fazlasıyla veriyordu. 
( Bir Çöküşün Öyküsü adlı öyküden. s.38 )


  Uyandığımda, tabut gibi daracık olan kabinimin içi adamakıllı karanlık ve boğucuydu. Vantilatörü kapatmıştım, bu yüzden kabinin içindeki yağlı ve nemli hava şakaklarıma basınç yapıyordu. Duyularım körelmiş gibiydi; nerede ve hangi zamanda bulunduğumu anlayabilmek için birkaç dakika geçmesi gerekti. ( Amok Koşucusu adlı öyküden. s.73 )


  Crescenz orada her gün sabahın beşinde kalkıyor, gecenin geç saatlerine kadar didiniyor, temizlik yapıyor, süpürüyor, ocağı yakıyor, tahtaları fırçalıyor, odaları topluyor, yemek pişiriyor, hamur açıyor, halı dövüyor, ütü yapıyor, çamaşır yıkıyordu. Asla tatil yapmaz, kiliseye gitmek dışında sokağa adım atmazdı; onun güneşi, ocaktaki yuvarlak, harlı ateşti, yıllar boyu kestiği odunlar da ormanıydı.  (Leporella adlı öyküden. s.154 )



20 Eylül 2014 Cumartesi

TATİLE GİDERKEN YANIMDA...







   Kısa bir dinlenme, Ayvalıkta olacağım. Yanıma daha önceden hazırladığım birkaç kitap almıştım ama Ömer İZGEÇ'in  merakla beklediğim ikinci kitabı ''BOZADAM'ı'' raflarda görünce hemen aldım.  Ön sırada okunacaklar arasında yerini aldı, sizlerle de paylaşmak istedim. Bu kez değişiklik olsun, okuduğum değil ''okuyacağım'' kitabı paylasıyorum.

  Bloğumu takip edenler Ömer İZGEÇ'in  ''Fevkalbeşer Sair Bey ve Suskunluğu'' kitabını paylaştığımı hatırlarlar. Sıradışı, sürükleyici bir romandı.

Şimdi sıra, Bozadam'da.   BOZADAM'ı okuyalım,okutalım...

 Sizleri Ömer İzgeç'in kalemiyle tanışmaya davet ediyorum, okuduktan sonra üçüncü kitabını beklemeye başlayacaksınız benden söylemesi!

   Şimdilik Hoşçakalın... 
    
                                                                                             Okşan AYBAŞ


19 Eylül 2014 Cuma

Halil CİBRAN - Ermiş





   Aynı zamanda iki arkadaşım birden Halil Cibran'ın  ''Ermiş'' adlı kitabını tanıtmamı isteyince öncelikle Ermiş'i okuyup sizlerle paylaşmak istedim.

  Halil CİBRAN, Lübnan asıllı Amerikalı felsefe yazarı. Arapça, İngilizce edebi denemeler, öyküler yazmış, resim yapmıştır.

Elimdeki kitap, Türkiye İş Bankası Kültür yayınları tarafından 2. baskısı  Mayıs 2014 te yayınlanmış, 54 sayfa.

  Yıllardır yurt edinip yaşadığı  kentten ayrılmak üzere olan  Ermiş' e  ayrılmadan önce kent halkı tarafından sorulan sorular ve Ermiş'in ölüm, güzellik, özgürlük, suç ve ceza, evlilik,aşk, çocuklar, acı, dua gibi pek çok  konuya dair yaptığı açıklamalardan oluşuyor Ermiş.

 Hemen hemen her cümlenin altı çizilecek  derinlikte açıklamaları,  kitabı okumak sadece felsefe sevenlerin değil, herkesin ilgisini çekecek güzellikte.

Kısa ama derin anlatımı sevenler, okumalısınız!


******


Kitaptan Alıntılar:


Aşka Dair

Mısır demetleri gibi derer sizi aşk. Harman yerinde dövüp çırılçıplak bırakır. Kabuklarınızı elemek için kalburdan geçirir. Apak edinceye kadar öğütür sizi. Yumuşayana kadar yoğurur; sonra da atar kutsal ateşine, Tanrı'nın kutsal şölenine kutsal ekmek olasınız diye.  (s.6 )



Evlere Dair

Hayalinizde kırlara çardak kurun, kent surları içine bir ev inşa etmeden önce. (s.17)



Akıl ve Tutkuya Dair

Aklınız ve tutkunuz denizlere açılmış ruhunuzun dümeni ve yelkenleridir. Yelkenleriniz ya da dümeniniz parçalanırsa,oraya buraya savrulup sürüklenmekten ya da denizin ortasında hareketsiz kalmaktan başka bir şey gelmez elinizden. (s.28 )


Hazza Dair

Haz bir özgürlük şarkısıdır, ama özgürlük değildir.
Arzularınızın çiçeklenişidir, ama meyvesi değildir. Bir doruğa seslenen derinliktir, ama ne derindir ne de yüksek. Kafese kapatılanın kanatlanışıdır, ama kuşatılan uzam değildir. ( s.38 )





16 Eylül 2014 Salı

Yekta KOPAN - Aşk Mutfağından Yalnızlık Tarifleri






  Yekta Kopan öyküleri okumayı seviyorum. Sizlerle ''Aile Çay Bahçesi'ni'' Aralık 2013 te,  ''Bir De Baktım Yoksun'u''  bu ay içinde paylaşmıştım. 

   Sade  ve akıcı anlatımı, öykülerin yaşamımızdan çıktığı halde sıradanlıktan uzak olması öyküleri değerli kılıyor bence. 

''Aşk Mutfağından Yalnızlık Tarifleri''  2001 yılında yayımlanmış, yazarın 2002 Sait Faik Hikaye Armağanı aldığı kitabı. Elimdeki 2006 yılındaki 4. baskısı. 152 sayfa ve içinde on tane öykü var. Öykülerin adları şöyle;
-Aşk Mutfağından Yalnızlık Tarifleri,
-Düş Eş,
-Rakı,Su ve Buz,
-Maskeli Süvari,
 -Oyun Evi,
-Elma Ağacındaki Cadı,
-Çıkış Noktası,
-Mevsim Normalleri,
-Köprüden Görünüş
 -Yayımlanmamış Bir Söyleşi,

Bir süredir üst üste öykü kitapları okuyorum, sizlere de tavsiye ederim, Bir öykünün yoğunluğunu hissederken, yeni bir öyküyle başka bir dünyanın içine giriyorsunuz. Çok keyifli.

 Bundan sonra ne okuyacağıma henüz karar vermedim. Genellikle hazırladığım listelerin de, sıraladığım kitapların da sırasına uymayıp, ruh halime göre karar veriyorum!

  Dediğim gibi, ''Her kitabın bir okunma zamanı vardır...''

  Keyifli okumalar...


******


Kitaptan Alıntılar:


  Yıllar önce defterime yazdığım bir söz geliyor aklıma: ''Sevmenin en zor yanı sevilmek...'' Ne kadar aptalmışım, sevmenin en zor yanının, kendini bir yana koyup, sevildiğini görmek olduğunu anlamak için, yanlızlığımı kendime tekrar tekrar tarif etmem gerekiyormuş demek ki.Yaşatamadığım bir aşkı, yazarak yeniden kazanamayacağımın farkındayım artık. (Aşk Mutfağından Yalnızlık Tarifleri adlı öyküden. s.24 )
 

Grundig amcamın en değerli eşyasıydı. Bu kocaman müzik dolabının evdeki diğer eşyalardan çok ayrı bir yeri vardı. Her şeyden önce onun bir adı vardı: Griundig. Sonra o diğer eşyalar gibi sessiz, kendi halinde bir eşya değildi. Evin, amcamın, misafirlerin ve belki de en çok benim neşe kaynağımdı. (Maskeli Süvari adlı öyküden. s.58 )e


  Önce büyük bir gürültü oldu. Çalışma masamın üzerindeki kahve fincanı titremeye başladığında, yüreğimin göğüs kafesimi delip dışarı çıkmak istediğini hissettim. Aniden bilgisayarımın ekranı kararıverdi, yerimden kalkmaya çalıştım ama başım döndü sendeledim. Tam o sırada Nalan'ın çığlığını duydum. (Çıkış Noktası adlı öyküden. s.105 )



14 Eylül 2014 Pazar

Alice MUNRO - Nefret, Arkadaşlık, Flört, Aşk, Evlilik





   Alice MUNRO, 2013 yılı NOBEL Edebiyat Ödülünün sahibi. Daha önce Aralık 2013 te yazarın ''Bazı Kadınlar'' adlı  kitabını sizlerle paylaşmıştım. Çocuklar Kalıyor da okumak istediklerimden, bakalım ne zaman sıra gelecek!

   Kanadalı yazar 1931 doğumlu, artık yazmayacağına ilişkin bir yazı okudum ama ne derece doğru bilemiyorum.

   1922 doğumlu Jose Saramago'nun1998 de Nobel Edebiyat Ödülünü almasını geç bulmuşken, Alice Munro'nun ödülü alma yaşı ile ilgili yorumda bulunamayacağım haliyle!

Kitaptaki öyküleri çok beğendim, öykülere girişi, kurgu, betimlemeler muhteşem.  Öykülerdeki kadınlar aile bağları ile özgürlük, evcillik ile bağımsızlık ikilemindeler.Öykülerden Nefret, Arkadaşlık, Flört, Aşk, Evlilik ve Ayı, Dağı Aştı Geldi (Ondan Uzakta adıyla) beyaz perdeye aktarılmış. 

   Can Yayınları tarafından yayımlanan kitap 365 sayfa

Kesinlikle okunmaya değer,  benden söylemesi...


******


Kitaptan Alıntılar :



   Bill'in bunlardan biri olup olmadığını bilmiyorum ama sırtında bir yenilgiler, çekilmiş dertler ve alınmış dersler geçmişi taşıyormuş gibi bir hali kesinlikle vardı. Ayrıca hatalı oldukları anlaşılmış seçimleri ve beklenen sonucu getirmemiş talihi centilmence kabullenirmiş gibi bir hali de vardı. ( Aile Mobilyaları adlı öyküden. s.124 )


  Tecrübelerim erkeklerin böyle olmadığını gösteriyordu. Onlar ürkütücü olaylara ilk fırsatta arkalarını döner, bir şey olup bittikten sonra bir daha sözünü etmenin ya da düşünmenin yararı yokmuş gibi davranırlardı. kendi kendilerini ya da başkalarını galeyana getirmek istemezlerdi. ( Aile Mobilyaları adlı öyküden s.129 )


  Sanki gökyüzünün büyük bir bölümü geri kalanından kopmuş, telaşla, kararlılıkla aşağı iniyor, tam seçilemeyen bir canlının şekline bürünüyordu. Önünden yağmur perdeleri  -tül değil, çılgınca savrulan kalın perdeler- ilerliyordu. Üzerimize yağan hala hafif, tembel damlalar olduğu halde yağmur perdelerini açıkça görüyorduk. Sanki bir pencereden dışarı bakıyor, camın parçalanacağına inanmıyorduk; sonunda parçalandı ve yağmurla rüzgar bir arada üzerimize çarptı, saçlarım havalanıp kafamın tepesinde bir yelpaze gibi açıldı. Cildimin de az sonra aynı şekle girebileceğini hissediyordum. ( Isırganotları adlı öyküden s.209 ) 




11 Eylül 2014 Perşembe

Aydın ŞİMŞEK - Yaratıcı Yazarlık ve Deneysel Düşünme








Bu seferki paylaşımım daha çok yazmak isteyenleri ilgilendirecek bir kitap.  Kütüphanede kitapları karıştırırken dikkatimi çekti, Yaratıcı Yazarlık ve Deneysel Düşünme'yi merakla okudum.

 Son zamanlarda edebiyat dergilerinde, edebiyat köşelerinde sık sık rastlıyorum, falanca  yazara göre yazmanın püf noktaları diyen yazılara.Belli ki ilgi çekici bir konu.

Bence  yazabilmek için öncelikle biriktirmek gerek. Çok okuyup, çok gözlemlemesi, her şeye farkındalığını arttırması gerekir yazar adayının.

 Yazar Aydın ŞİMŞEK, çeşitli dergi ve gaztelerde şiir, deneme, eleştiri yazıları ile Şiir ve Araştırma-İnceleme kitapları yazmıştır. İnsan Hakları Derneği Ödülü, Damar Dergisi Edebiyat Emek Ödülü sahibidir.

Kitap yazı disiplinlerini, kurgu süreçlerini ve yazmaya dair pek çok bilgiyi açıklıyor, örnekler  veriyor. Yazarın ''Bir Atölye Çalışması'' dediği kitabı Kanguru Yayınları tarafından yayımlanmış, elimdeki kitap 2009 yılı 3. basımı ve 141 sayfa.

İlgililerin bilgisine...


******


Kitaptan Alıntılar:


Yazan insan yazınsal içgüdüsüne inanır ve güvenir. Unutmamak gerekiyor ki, bir yazı biçiminde yetkinleşmeden ondan daha fazlasını yapmak mümkün değildir. Yazan kişi önce gözünü kendi gerçeğine dikmeli ve yetkinleşmek için bir sürece gereksinim duyduğunu unutmamalıdır. Süreç boyunca hiç aksatmadan yapılması gereken şey, kalemin yazı ekzersizleriyle, bilincin de okumalarla açık tutulmasıdır.  (s.33 )


Yazar, yazı disiplininin asıl unsuru olan eksiltmeyi göze almalıdır. Yazı fazlalıklardan oluşmaz, fazlalık hızın ögesidir. ''Kusarak değil yutarak yazılır.''  (s.66 )


Öykü yazarı bir zamandan başka bir zamana, örneğin; şimdiki zamandan geçmiş zamana geçerken, bunun gereklerine işaret etmek zorunda değildir. Geçtiği zaman içerisinde bu geçişin gereğini duyuracaktır.  (s.80 )



10 Eylül 2014 Çarşamba

Orhan KARAVELİ - Sakallı Celal





Bir arkadaşımın önerisiyle okuduğum ilginç bir kitap.  Bu dünyaya kimler gelmiş, kimler geçmiş dedirtiyor.

 Sakallı Celal diye bilinen Celal Yalnız, Osmanlı'nın son dönemi ve Cumhuriyetin ilk yıllarında yaşamış  ilerici bir aydın, filozof, kültür adamı. Galatasaray Lisesi mezunu, babası Bahriye Nazırı Amiral Hüseyin Hüsnü Paşa.

Paşazade kimliğine bürünmemiş, aydınlanma adına bilimden, bildiği doğrular ve ilkelerinden ödün vermemiş mütevazi bir entellektüel. Osmanlı dönemi gibi Cumhuriyetin ilk yıllarında da düzen bu nevi şahsına münhasır kişinin kıymetini bilememiş.

Çoğumuz düzenin herkese adil olmadığından, hak etmeyenlerin kayırıldığından dem vururuz ya, geçmişte de öyleymiş maalesef!

Gazeteci yazar Orhan Karaveli'nin titiz araştırması, çok güzel bir biyografiyi ortaya çıkarmış. Okuyup etkilenmemek  olanaksız.

Keyifli okumalar...


******


Kitaptan Alıntılar:


O, zamanından evvel doğmuş bir hür düşünür idi. Pek az kimsenin anlayabildiği... Fikir, irfan, medeniyet ve terbiye namına çırpındı durdu. Sonra, erken doğduğunu anladı, işi filozofluğa vurdu. Hayatı; bütün ağırlığı, haksızlığı, pisliği ile -iğrenerek- kabul etti. Sakallı Celal muradına erememiş fakat kemaline ermiş bir adamdı. (s.31 )


  
''...Rüzgarda savrulan sakalı, gür kaşları, geniş omuzlu cüssesiyle, kirli kasketine ve yağlı paltosuna rağmen, tebdil gezen bir masal padişahı gibiydi. Herkes ona korkuyla karışık bir saygıyla bakardı...''  ( s.32)


Yoksulluktan kırılan bir köy kahvesinde konuşurken:
 -Bastonumu soksam yeşertecek kadar verimli bu Anadolu toprağından, üzerinde yaşayan insanların karnını doyuracak kadar ürün alamamayı başardığımız için ne kadar alkışlansak yeridir! demiş ve bunun sorumluluğunu aydınlara yüklemişti:

 -Bu ülkede ilgililer bilgisiz, bilgililer ilgisizdir... Türkiye'de 'aydın' geçinenler  'Doğu'ya doğru seyreden     geminin güvertesinde 'Batı' yönünde koşturarak 'Batılılaştıklarını' sanırlar!  (s.174 )




7 Eylül 2014 Pazar

Victor HUGO - Bir İdam Mahkumunun Son Günü




Victor HUGO'nun yirmi altı yaşında yazdığı bu roman, yazıldığı yıllar itibariyle idam cezasını sorguladığı ve toplumun bu sorgulamaya hazır olmaması nedeniyle kitabın birinci basımın (1829) tarihli önsözü ve  bir oyundan sonra romana geçilmektedir.

Romanın bir başka önemli yanı da, dünyada birinci tekil kişi (ben) ile yazılan ilk roman olmasıdır.

Aslında kitabın konusu başlığından da anlaşılıyor ancak giyotinle infaz edilecek bir idam mahkumunun ağzından onun hissettiklerini okumak etkileyici. Kitabın arka kapağındaki tanıtımda da belirtildiği gibi bu roman çağdaş edebiyatın ilk iç monologu özelliğini de taşımaktadır.

Okuduğum kitap Can Yayınları tarafından yayınlanmış dördüncü ve eski bir basımı, 128 sayfa.

Bir idam mahkumunun iç sesini duymak isteyenler için güzel bir roman, güzel bir klasik, okunmaya değer...


******


Kitaptan Alıntılar :



Gün ışığı hücreme girmediğine göre, geceleyin ne yapılabilir? Aklıma bir düşünce geldi. Ayağa kalktım, lambamı hücrenin dört duvarında gezdirdim. Yazılarla, resimlerle, garip biçimlerle, birbirine karışan, yarı silik, yarı okunaklı adlarla doluydu bu duvarlar. En azından her mahkum bir iz bırakmak istemiş olmalıydı buralara. Kurşunkalemle, tebeşirle, kömürle yazılmış siyah, beyaz, gri harfler; taşlara kazınmış derin kertikler, oraya buraya saçılmış, insanınkanla yazılmış olduğunu sanacağı paslı işaretler, simgeler... (s.51 )


Ah! Kaçabilseydim, kırlarda nasıl da koşardım! 
Hayır, koşmamam gerekir. Dikkat çeker, insanları kuşkulandırabilir. Tam tersine yavaş yavaş yürümek gerek; başınız dimdik olacak ve şarkı mırıldanacaksınız. Kırmızı desenli, mavi renkli, eskimiş gömlek gibi şeyler giyeceksiniz üstünüze. Bunlar insanı iyi gizler. (s.72 )


Yardımcılar, beni koltuk altlarımdan tutarak kaldırdılar. Kalktım, yürüdüm. Adımlarım cansızdı, sanki her bacağımda iki diz varmış gibi bükülüyorlardı. ( s.122 )



5 Eylül 2014 Cuma

Sait Faik ABASIYANIK - Havuz Başı

         





1952 yılında Varlık Yayınları tarafından yayımlanmış Havuz Başı adlı öykü kitabının elimdeki Haziran 2013 basımı Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları tarafından yayımlanmış.

Öykü deyince, Türk Edebiyatında öykünün  babası dediğimiz Sait Faik'i anmamak, okumamak olmaz.

 Sait Faik okurken, onunla birlikte yürürüm Burgaz Ada'nın patikalarında. Gamsız gamsız. martıları, ağlarını atan balıkçıları izlerim usul usul keyifle...

Havuz Başı'ndaki  öyküler Burgaz Ada'dan uzak. Yirmi üç tane birbirinden farklı öykü. Kimileri deneme yapısında. Bir yazarı tanımak için birden fazla kitabını okumayı tercih ederim. Sait Faik'in de bugüne kadar okuduğum öykülerinden farklı öykülerini okumakla  onu biraz daha fazla tanıdım. Aslında öykülerin 1947 ve o yıllara yakın tarihlerde yazıldığını bilmek, tarihe tanıklık etme duygusu yaşattı bende. 

1955 yılından bu yana yazar adına her yıl verilen ''Sait Faik Hikaye Armağanı,'' ülkemizin prestijli ödüllerindendir. 2014 yılında ödülü Mahir Ünsal Eriş ''Olduğu Kadar Güzeldik'' adlı kitabıyla almıştır.

Sait Faik'le ilgili beni en etkileyen şey, yazarın vasiyetiyle, kitaplarının telif gelirlerinin Darüşşafaka Cemiyetine, maddi olanakları yetersiz, annesi ya da babası olmayan çocukların dokuz yaşından itibaren eğitimine katkıda bulunmak üzere verilmesidir.

Öykücülüğümüzün nereden nereye geldiğini anlamak için bile okumaya değer...


******


Kitaptan Alıntılar:


Sizi bekliyorum. Sizi göreceğim; içimde bir şey koşacak. Siz görmeden geçeceksiniz. Ben kederle sevinci duyup dalacağım aleme. Dünyayı yeniden kederlerle kuracağım. Sonra çarşılardan çarşılara, insan sesleri arasında, her şeyi sizinle kurulmuş bir şehirde dolaşacağım.
Herkes geçti, siz geçmediniz. Yüzünüzü göremedim. Bayramım, çocukluk bayramım salıncaksız geçmiş gibi gözüme yaş doldu.  (Havuz başı adlı öyküden.  s.1 )


İstanbul pazar günleri tenhalaşır yaz sıcaklarında. Beyoğlu'ndan üç dört yorgun, ağır ağır geçer; üç beş çocuk sinemalara dalar. Sıcaktan börtmüş, siyahlar giymiş iki madama kiliseden çıkmış eve döner. İki dünyasından geçmiş emekli, bir kıraathanenin camları arasında uyuklar. (Yüksekkaldırım adlı öyküden. s. 49 )


İşte böyle bir serseri, bir gece Gülhane Parkı'nda kalır. Bekçiler güneşin batmasıyla beraber düdüklerini öttürür. O hintkirazı ağacının altında  uyumuştur. Uyanır ki aysız, yıldızlı bir gece saçlarının üstünde. Ağaçtan, kediden, rüzgardan ürker. İçine evler, çorbalar, aileler, hasretler yapışır yapışır kalkar. Tekrardan bir türlü uyku tutmaz. Sessizce hışırdayan yollarda yalnızlığıyla beraber birini gezdirir gibidir. Canı bir el tutmak ister. (Parkların Sabahı, Akşamı, Gecesi adlı öyküden. s.116  )



3 Eylül 2014 Çarşamba

Yekta KOPAN - Bir De Baktım Yoksun




Aralık 2013 te Yekta KOPAN'ın ''Aile Çay Bahçesi'' adlı romanını tanıtmıştım, bu kez de  çifte ödüllü öykü kitabını paylaşıyorum sizlerle.

Yekta KOPAN, 1968 doğumlu. 2002'de Aşk Mutfağından Yalnızlık Tarifleriyle Sait Faik Hikaye Armağanı, Karbon Kopya Dünya Kitap ile 2007 Yılın Telif Kitabı Ödülü, 2010 yılnda ise Bir de Baktım Yoksun ile de Yunus Nadi Öykü Ödülü ve Haldun Taner Öykü Ödülü'nü almıştır.

Genellikle roman okumayı tercih ediyoruz, benim öykülerle yakınlaşmam da çok eskilere dayanmıyor. Ancak güzel kaleme alınan öyküleri ard arda okudukça  öykü kitaplarını elimden bırakamaz oldum.

Öykü okumayı sevmiyorum diyenlere sesleniyorum; ön yargınızı kırmak için '' Bir De Baktım Yoksun'' yerinde bir seçim olur, benden söylemesi!

Elimdeki Can Yayınları tarafından yayımlanmış, Nisan 2013 - 14. baskısı ve 163 sayfa.

 İçindeki öyküler;  Sarmaşık, Portobello 22, Kırmızı, Battaniye, Kertenkele, İyi Uykular.
 Ben en çok  Sarmaşık ve İyi Uykular adlı öyküleri sevdim.

İyi Okumalar...


******


Kitaptan Alıntılar :



Acının insan ruhuna yayılması için ne kadar zaman geçtiğini o anda anladım.1,2,3,4...Bende de yoktu o cesaret... 8,9,10... Hiç olmadı...12,13...Ayrılma kararını veren Melek oldu... 16,17,18 Ayrılmak istedi, beni ikna etmeye çalıştı, gözyaşlarıma göğüs gerdi, benimle ağladı, daha önce boşanmış olan arkadaşlarıyla yemeğe çıkmamı sağladı, yayınevinden benim için izin aldı, tatile çıkmam için baskı yaptı, ailesiyle konuştu, avukat ayarladı, boşanma terapistinin seans ücretini ödedi... 32,33,34...en sonunda bir not bırakıp gitti... 41,42,43... ve bitti... 50.
Elli saniyelik bir şeydi.   ( Sarmaşık adlı öyküden. s.35 )


Yavaşça ayağa kalktım. Üstümü başımı silktim. Mahcubiyet duygusuyla büyütülmüş bütün evletler gibi sağa sola baktım. kendi kendime konuştuğumu, yerlerde yuvarlandığımı bir gören olmamıştı. Birkaç dakika olduğum yerde kaldım. Korku ve rahatlama iki yakın arkadaş olmuş, aklımın koridorlarında birdirbir oynuyorlardı.  (Sarmaşık adlı öyküden. s 42 )


Ben uğruna hayat adanan bir insan olmanın yüküyle geldim sınıfınıza öğretmenim. Babamın da adı yok de. O kadar sessizdir ki bir adı olup olmadığını öğrenemedik. Konuşmaz benim babam. Mutluyum demez. Mutsuzum demez. Evlilik teklifi de, boşanma teklifi de annemden gelmiş öğretmenim, işte öylesine suskundur babam. Yanlış anlamayın, ikisini de çok seviyorum ama bir sır vereyim mi, bu onların başarısı değil. Ben sevgi dolu bir insan olmayı kendi kendime öğrendim öğretmenim: Dürüstüm-anlayışlıyım-akıllıyım-yasam insanları sevmek- umut vermektir- varlığım kendime armağan olsun.   ( Battaniye adlı öyküden. s.118-119 )




31 Ağustos 2014 Pazar

Behçet ÇELİK - Diken Ucu





Uzun süredir okumak istediğim  Behçet Çelik de Sibel K. Türker gibi meslekdaşım olmasından onur duyduğum yazarlardan.

Doğduğu kent Adana üzerine yazıları derlediği Adana’ya Kar Yağmış adlı derleme kitabından sonra yazdığı 18 hikâyeden oluşan ''Gün Ortasında Arzu'' adlı kitabıyla 44.Sait Faik Hikâye Armağanı'nı'nı,  2010'da yayımlanan Diken Ucu adlı hikâye kitabıyla Haldun Taner Öykü Ödülü'nü kazanmıştır.
Dünyanın Uğultusu adlı ilk romanını 2009 yılında yayımlayan Behçet Çelik'in,
 Romanları;  
        Dünyanın Uğultusu (2009, Kanat Kitap, 2011, Can Yayınları), Sınıfın Yenisi (2011, Günışığı Kitaplığı),  Soluk Bir An (2012, Can Yayınları)

On dört öyküsünün yer aldığı Diken Ucu, Can yayınları tarafından yayımlanmış, 122 sayfa.
Sade ve akıcı dilinin yanısıra öykülerinde sıradan kişilerin içdünyası, duygu ve davranışları ustalıkla anlatılmış.

 Bazı yazarların tüm yazdıklarını merak edip okumak isteriz ya, işte Behçet Çelik de bende öyle bir istek oluşturdu.

 Okumanızı tavsiye ediyorum, Hoşçakalın...


******



Kitaptan Alıntılar:


Ne çok konuşurduk, tam da yatmaya karar vermişken, uykumuzdan çalma pahasına. Sonra sustuk. Birimiz bir şey söylerken öbürümüz televizyonun sesini kısmadı,  anladığımız kadarı yetti -zaten neydi? Önemsiz bir ayrıntı. Perdenin söküğü, dolabın kapağı. Çok olmuş biz bu sabaha varalı.  ( s.21-22 Dolabın Kapağı adlı öyküden. )


İnsan yirmi yıl bir başkasını diken ucu gibi taşır mı içinde?  Görmese, aramasa bile... Gençlik deyip geçemez miydim?  Geçebilseydim, şimdi neşeyle bunlardan konuşabilirdik. Tam içki mezesi olabilecek hatıralar. Ağlamayız da  nasılsa artık. Kıkır kıkır güleriz; unuttuğumuz  ya da hiç öğrenmediğimiz ayrıntıların üzerinden geçer, ''Biz neymişiz,'' deriz. (s.52 Diken Ucu adlı öyküden. )



Geceleri yatmadan önce, namaz dualarının ardından , senden, aileme, bana, komşularımıza, akrabalarımıza, bütün Müslümanlara, bütün insanlara sağlık, esenlik vermeni isterim- bilirsin. Sesimi duyduğunu, her kulun gibi beni de, dualarımı da işittiğini biliyorum. Nenemin hastalığı sırasında dualarımı işittiğin halde neden nenemi iyileştirmediğini bilmiyorum. Abim, aklımın yetmediği konular olduğunu söyledi bunların. Kuşkusuz sen her şeyin en iyisini, en doğrusunu bilensin, nenemi çok sevdiğin için yanına  aldığını söyledi abim, doğru mu? ( s.81 Dua adlı öyküden. )




26 Ağustos 2014 Salı

Heinrich BÖLL - Palyaço




       Heinrich BÖLL, İkinci Dünya Savaşında çeşitli cephelerde savaşmış, yaralanıp esir düşmüş  Nobel Ödüllü Alman yazar. Alman ve Uluslararası PEN Derneği'nin Başkanlığını da yapmışrır.

      Palyaço 1963 yılında yayımlandığında Almanya'da çok tartışılmış, H. BÖLL din karşıtı olmakla suçlanmıştır.

20.yy ın önde gelen klasiklerinden olduğu söylenen roman, umduğumdan da etkileyiciydi.

     Yazar bu romanıyla her ne kadar din karşıtı olmakla suçlanmışsa da, İkinci Dünya Savaşı sonrasında varlıklı bir ailenin palyaço olmayı seçen oğlu Hans Schnierin toplumun dar kafalılığı, din ve ahlak kurallarının baskısı altında toplumda yer bulamayışı okura çok güzel yansıtılmış. 

 Boş kuralların saçmalığını okurken, günümüzde  dayatılan kuralları, değerleri de farkında olmadan sorgulayacaksınız.

Okuma konsantrasyonum iyi diyen okurlara duyurulur; edebi değeri olan, nitelikli  bir roman okumak istiyorsanız, buyrun ''Palyaço'' sizi bekliyor.

 Bende  H. BÖLL'ün başka bir romanını daha okumayı ümit ediyorum.

 Keyifli okumalar...


******


Kitaptan Alıntılar:


Bence bu dünyada hiç kimse bir palyaçoyu anlamaz; bir palyaço bile öteki palyaçoyu anlamaz. Onların da arasında hep kıskançlık ve çekememezlik vardır. Her zaman olmasa bile Marie beni anlardı. Ona göre ben ''yaratıcı insan'' olduğum için kültüre daha çok ilgi duymalıydım. Fakat yanılıyordu. (s.97 )


Güzel bir söz vardır: hiçbir şey. Hiçbir şey düşünme. Başbakan'ı düşünme, Katolikleri de düşünme. Küvette ağlayan, terliklerine kahve damlayan o palyaçoyu düşün.  (s.138 )


Kendimi daha iyi hissediyordum. Dizimin şişkinliği indi, ağrısı da azaldı. Baş ağrım ve melankolim ise devam ediyordu; onlar bana ölüm düşüncesi kadar yakındır. Ölüm, sanatçının hep yanındadır, iyi bir papazın dua kitabını koltuğunun altında taşıması gibi. Eğer ölürsem, başıma neler geleceğini de biliyorum. Ne yazık ki Schnier Aile Mezarlığı'na defnedileceğim. Annem ağlayacak ve beni anlamış tek insanın kendisi olduğunu söyleyecektir. (s.233 ) 







23 Ağustos 2014 Cumartesi

Anton ÇEHOV - Korkunç Bir Gece




     Bu ay üst üste Türk Edebiyatından okuyunca, Dünya Klasiklerini özlediğimi,  Rus Edebiyatından Çehov'un öykülerini sıcaklarda  rahat okuyacağımı düşünerek ''Korkunç Bir Gece'yi'' seçtim bu kez.

    Kırkdört yıllık ömrüne yüzlerce öykü, oyun yazmayı sığdıran Çehov, Gerçekçilik Akımını izlemiştir. Tıp eğitimi alan Çehov'un Cansız Ceset; Kaçak, Cerrahlık adlı öykülerinde mesleğinden etkilenmiştir. Vişne Bahçesi, Vanya Dayı ise en bilinen oyunlarındandır.

Araf Yayınları tarafından 2013 te 2.baskısı yapılan kitap 157 sayfa. İçinde yirmi üç öykü var.
Son zamanlarda okuduğum öykülerden sonra  19.yy Rusyası öykülerine dönmek hoşuma gitti. Farklı yüzyıllarda, farklı kültürlerin öyküleri...

Kısa cümlelerle, kısa öykülerde güçlü anlatımı, kurguyu sergileyebilmek bence zor, hem de çok zor...

Okumayı sevmek, okumayı öğrenmek klasiklerle oluyor. Okuyamadığım ne çok eser var, umarım okumaya vaktim yeter!

Okumayı seviniz, sevdiriniz diyerek bitireyim bu defa da. Hoşçakalın...


******


Kitaptan Alıntılar:


   Adamcağız general olmayı kafasına koyduğundan emekliliğini de istemiyordu. Böylece bizde beş yıl daha hizmet etti ve diyebiliriz ki, sonunda amacına ulaştı. Ama nasıl ulaştığını tahmin edemezsiniz.Adamcağızın yazgısı böyleymiş demek ki. Generallik rütbesini verdikleri gün ansızın katıldı kaldı. Yüzünün sol yanına, sağ koluna, iki bacağına birden inme inmişti... Bizim gösteriş düşkününe sırmalı general apoleti takmak nasip olmadı, istemeye istemeye emekliye ayrıldı. ( Kale Gibi Kadın adlı öyküden. s.38 )


   Gene de evlendirdiler bizi.
Şimdi evliliğimizin gümüş yıldönümünü kutluyoruz. Birlikte tam 25 yıl uçup gitmiş. Başlangıçta zor yıllar geçirdik. Hep azarladım Zoya'yı, gerektiğinde patakladım, istemeye istemeye sevdim. İstemeye istemeye çocuklarımız oldu. Sonra...yavaş yavaş alıştık birbirimize...
   Şu an Zoyacık arkamda ayakta duruyor; elleri omuzlarımda, tepemdeki dazlağı öpüyor. (Nasıl Evlendiğimin Resmidir adlı öyküden. s.44-45 )



   Sokakta eskisi gibi yağmur yüzümü kamçılıyor, rüzgar şapkamı uçuruyor, kürkümün eteklerini tartaklıyordu. soğuktan iyice üşümüş, üstelik sırılsıklam ıslanmıştım. Sokakta duramazdım, sıcak bir yere gitmeliydim ama nereye?  ( Korkunç Bir Gece adlı öyküden.  s.50 )





18 Ağustos 2014 Pazartesi

Jale SANCAK - Burada Mutlu Değilim ''Gençler Bildiğiniz Gibi Değil''





Gençler  Bildiğiniz Gibi Değil diyor Jale Sancak!

Yazar kitabında, farklı sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik çevrelerden gençlerle yaptığı söyleşileri aktarmış. Gençlerin gençliğe, yaşama, dünyaya bakışları, beklentileri, sorunları farklı ağızlardan dile getirilmiş.
 Aslında bildiklerimizin ötesinde yaşayan ve düşünen gençleri biraz daha anlayabilmek için çok güzel bir kitap.

 Kitabı ilginç, okunası buldum, öneriyorum. 

Kitaba yorumlarıyla Altay Öktem, Bahadır Baruter, Gündüz Vassaf, Haydar Ergülen, Hakan Günday ve İpek Ongun'da katkıda bulunmuşlar. Hakan Günday okurlarıyla bir de öykü paylaşmış.

Kırmızıkedi Yayınları tarafından 2011 de yayımlanan kitap 148 sayfa.

Yazar Jale Sancak'ın 2014 Duygu Asena Roman Ödülü'nü ''Fırtına Takvimi'' adlı romanıyla aldığını da okumak isteyenlere hatırlatayım. Okunacaklar listemde Fırtına Takvimi yerini aldı.

  Gençleri biraz daha anlamak isteyenler; Burada Mutlu Değilim sizi bekliyor...


******


Kitaptan Alıntılar:


-Neden intihar etmek istediğini kendi kendine soruyor musun, sorguluyor musun bunu?

Hayattan nefret ettiğim için. Yok olmak istediği m için. Hiçlik isteği. Yani hiç...ben hiçbir şey istemiyorum. Kayıplara karışmak istiyorum. ölümden sonraki hayatı, ölümden sonra yaşam varsa onu da istemiyorum. yaşamdan, olmaktan nefret ediyorum.  (s.30 )
 


-Sence nasıl bir dünya düzeni olmalı Can Ali?
 
Nasıl bir dünya düzeni... Bilmiyorum. ben dünyanın genel müdürü olma işini bıraktım. Çümkü her şeye çözüm üretmeye kalkarsanız kendinize çözüm üretemezsiniz. Kendini geliştirip kendin için bir şeyler yapabilirsin ve bir gün bunları düşünmen gerekirse düşünecek pozisyonda olursun mantığında bir insanım. Benim şimdi bunlara kafa yormam ne bana ne başka insanlara  ne de ülkeye fayda sağlayacak. Elbette oturup bunları düşündüm, düşünmedim değil, ama ben politikaya pek inanmıyorum.   (s.53 )


-Niye? Erken evlilik bir hata mı sence?

Büyük bir hata. Ama görücü usulü evlilikler uzun sürüyor. Benim böyle bir tezim varGörücü usulü evliliklerde birbirinizi tanıma şansınız yok. Evleniyorsunuz, ilk iki-üç sene birbirinizi tanıyarak geçiyor. Üç seneden sonra birbirinize alışıyorsunuz, beş sene oluyor. Ondan sonra birbirinizi benimseyince de sürüp gidiyor.  (s.88)


13 Ağustos 2014 Çarşamba

Murathan MUNGAN - 189 Sayfa




 Murathan MUNGAN 1955 İstanbul doğumlu, A.Ünv. DTCF Tiyatro Bölümü mezunu. Şiir, hikaye, roman, deneme, oyun, senaryolar yazmış üretken bir yazar.

Yıllar önce ''Yüksek Topuklar'' adlı romanını, daha sonra da 2009 da yayınlanan ''Eldivenler, Hikayeler'' i okumuş, 2014 Ocak ayında bloğumda ''Kibrit Çöpleri'ni'' paylaştım sizlerle.

Kitabın adı ''189 Sayfa'', bundan önce de ''227 Sayfa'' yayımlanmış. 189 Sayfa'da yazarın denemeleri yer alıyor. Okurken bol bol not aldım, yazarın birikimine hayran olmamak elde değil.

 Daha önce bir yazıda okumuştum; yazmak isteyenlerin mutlaka güzel sanatların farklı dallarıyla da ilgilenmeleri, örneğin müzik dinleyip, sinema, tiyatro  izlemeleri, bunlarla beslenerek daha güzel yazabileceklerinden bahsediyordu. 189 Sayfa'daki denemelerden yazarın sinemaya, müziğe yakınlığını, o donanımla da çok güzel -içi dolu-  yazdığını gördüm, bilgilendim. 
Teşekkürler Murathan Mungan...

Kitaptaki pek çok başlıktan örnekler vereyim, ilginizi çekebilir; ''Aslan payı fark, Fazlasıyla tanıdık, Yazarın hacmi, Anı okumanın yorgunluğu, İçi susmuş kalemler, Kendi kendine'kült' olmak, Omurgasız, Şimdiki zamanın saati, Sahte söyleşiler, gerçek sözler...

Murathan Mungan okumayı sevenlere duyurulur;  Metis Yayınları yazarın kitaplaştırdığı bütün çalışmaları bir külliyat olarak yayımlamaktadır.


******


Kitaptan Alıntılar:


Çöl ya da kutup
Çöl ya da kutup doğanın radikal kararlarıdır. İnsan kimi zaman yaşamını ya da doğasını bu çeşit radikal kararlarla kurtarır. Çöle vurmayı ya da kutuplara çekilmeyi göze aldığında... (s.27 )

Önce, sonra, daha sonra
''Önce seni görmezden gelirler, sonra alay ederler, sonra seninle savaşırlar, sonra sen kazanırsın!.. demiş Mahatma Gandi.
   ''Özellikle bizim gibi ülkelerde ciddi işlerle uğraşan bir eşcinselsen,'' diye eklemek isterim.  (s.36 )


''Sizi bir filmde kimin oynamasını istersiniz?''
Birini tanımanın kolay yollarından biri bu soruyu sormak olabilir. Alacağınız yanıt, nice ağırbaşlı sorudan çok daha fazla bilgi verebilir karşınızdaki kişi hakkında. Bilinen bir oyuncunun adının üzerinden vuran ışıkta, o kişiyi çok daha iyi görebilirsiniz. (s.68 )


Giz ve güç
Senin okuduğundan daha fazlasını söyleyen tümceler. İyi kitapların, iyi metinlerin gizi ve gücü burada saklıdır. Göz önünde olup gözün zamanını beklerler. (s.96 )






9 Ağustos 2014 Cumartesi

Sibel K. TÜRKER - Öykü Sersemi





Daha önce, Kasım 2013 te  Sibel K. Türker'in ''Benim Bütün Günahlarım'' adlı romanını paylaşmıştım sizlerle. Geçen hafta ard arda yazarın' 'Öykü Sersemi'' ve ''Hayatı Sevme Hastalığı'' adlı kitaplarını okudum, okumaya doyamadım...

Sibel K. TÜRKER Öykü Sersemi'yle 2005'te Yunus Nadi Öykü Ödülü'nü, Ağula'yla 2006 yılında Haldun Taner Öykü Ödülü'nü, Hayatı Sevme Hastalığı ile 2012 Duygu Asena Roman Ödülü ve 2013 Yunus Nadi Roman Ödülünü almış, bence ödüller sahibini bulmuş gerçekten.

 Olduğundan da İyi, Takma Bir Göz, Karanlık Rüyalar, Öykü Sersemi, Güzel Yazı, Hayatımı Kaydettim, Tanrı'nın Boş Günü, Köpek, Güvenli Bir Yer ve Ben Ol  kitapta yer alan öyküler.

Bir yazarın öykülerini okurken  aynı tadı, aynı keyfi alıp-almamamla orantılı olarak yazarı hakkında bir fikre varabiliyorum. Yazarın farklı zaman ve yerlerde yayımlanmalarına rağmen benim okuduğum ilk öyküleri Öykü Sersemi'ndekiler.
 Kitabı elimden bırakamadan bitirdim ve bundan sonra paylaşacağım romanı Hayatı Sevme Hastalığı'nı da bir solukta okudum.

Öykü mü yoksa roman okumayı mı tercih ediyorsunuz diye sorulduğunda pek çoğumuz için cevap ''roman'' oluyor nedense.

 Çarpıcı,akıcı ve  derin anlatım gücü... Güzel öyküler okumak isteyenlere önerim, Öykü Sersemi'ni okuyun,  Sibel K. Türker 'le tanışınca,  diğer kitaplarını okumak isteyeceksiniz. 

Keyifi okumalar...


******


Kitaptan Alıntılar:


Evet, hayat yazıdan da büyüktür, bunu anladım. Hiçbir şey umduğum gibi gitmedi. Tıpkı, kafanda en küçük ayrıntısına dek planladığın hikayeyi yazmaya başladığında, satırların senin kontrolünden  çıkarak apayrı bir hikaye yaratması gibi. yazarın yazdığınca avlanması gibi. ( Olduğundan da İyi adlı öyküden. s. 21-22 )


Ayfer'in isteği üzerine gittik o falcıya. işlerimiz öyle yolundaydı ki, kaderden daha iyisini istemek ayıp değildi. Hanemize yüklü ve çıngıraklı bir deve, gelin duvağı, yeni doğmuş bir ay beklemek ayıp değildi. Kışın son günlerinde,  talihim gibi göz kırpan ılık güneşin altında, sevgilimin gecekondu semtindeki, hepsi bitimsiz bir yoksullukla birbirinin yanında uzayıp giden evlerden birine girdik. İnanmıyordum, ama ne çıkardı? Ayfer gençti, ama eski bir dünyadan geliyordu. orada inanç, yapıp ettiklerimizden sorumlu tutmazdı bizi. Orada yazgı, bizi sadece sürüklenen, ağırlıksız yapraklara benzetirdi. Ve eşikten içeri sağ adımımızı atarak girersek her şey düzelirdi.  ( Hayatımı Kaydettim adlı öyküden.  s.83-84 )


Bir ayın sonunda artık dayanamayacağımı anladım. Benim gibi hantal adamlar acelecidir, suya bir an önce girerler, bedenlerini örtmek için.  Çabucak giyinirler; hayatları bir şeyin içinde kaybolup kendilerini unutmak üzere kuruludur. Ve ben aşka da böyle girdim. (Tanrı'nın Boş Günü adlı öyküden. s. 91 )




28 Temmuz 2014 Pazartesi

Harper LEE - Bülbülü Öldürmek






Sıcaklardı, tatildi derken bu ay fazla okuyamadım ve sadece üç kitap paylaşabildim sizlerle.  Kıssadan hisse; uzun yaz günlerindense  kış geceleri daha verimli okuyabiliyorum!

1961 Pulitzer Ödülü, 1962 Altın Küre ve üç Oscar Ödülü alan roman,sinemaya da uyarlanmış; Amerikan Kütüphanecileri tarafından da ''Yüzyılın En İyi Romanı'' seçilmiştir.

1926 doğumlu yazar Harper LEE'nin 51 yıldır hiç baskısının tükenmediğini belirttiği Bülbülü Öldürmek, yazarın ilk ve tek romanıdır.

Bloğumda daha önce paylaştığım Boyalı Kuş, Onca Yoksulluk Varken, Kasap Çırağı ve Momo'da olduğu gibi Bülbülü Öldürmek'te de olaylar küçük bir kız çocuğunun ağzından anlatılıyor.

Roman, 1930 larda Amerika'nın güney eyaletlerinden Alabama'nın küçük bir kasabasında bir zencinin beyaz bir kızın ırzına geçmekle suçlanması ve kasaba halkının bütün baskılarına, önyargılarına karşı sanığın avukatlığını üstlenen avukat Atticus'un ırk ve sınıf ayrımına karşı tüm kasabalıları karşısına almasıyla gelişen olaylara ilişkin.

 Yazarın on yaşındayken yaşadığı yere civar bir kasabada gerçekleşen olaydan, gözlemlerinden esinlenerek, yazdığı Bülbülü Öldürmek, Amerikan Edebiyatı'nın klasiklerindendir.

Altın Kitaplar Yayınevi tarafından 7. basımı yapılmış olup, kitap 319 sayfadır.

Yaz aylarında (bile)  akıcı, güzel bir roman okuyayım diyenlere öneriyorum.

Keyifli okumalar...


******


Kitaptan Alıntılar:


O zamanlar insanlar ağır hareket ederlerdi. Meydanda keyiflerince dolaşırlar, çevredeki dükkanlara eğlene eğlene girip çıkarlardı.Hiçbir şeyde acele etmezlerdi. Gün yine yirmi dört saatti ama sanki daha uzunmuş gibi gelirdi. Acele etmek diye bir şey yoktu.  Çünkü ne gidilecek bir yer, ne alınacak bir şey, ne alışveriş yapacak para, ne de Maycomb sınırlarının dışında görülecek bir yer vardı. (s.12 )



Bizim babamız hiçbir şey yapmazdı. Dükkanda değil, ofiste çalışırdı, Kamyon sürmezdi. Şerif değildi. Çiftçilik yapmaz, garajda çalışmazdı. Kısaca, kimsenin hayranlığını çekecek bir şey yapmazdı.
   Bütün bunlardan başka da gözlük takardı.Sol gözü artık hiç görmüyor gibiydi. Sol gözündeki görme zayıflığının Finch ailesinin baş derdi olduğunu söylerdi.Bir şeyi iyice görmek istediğinde başını çevirir, sağ gözüyle bakardı.
  Okul arkadaşlarımızın babalarının yaptığı şeyleri yapmazdı; Hiç ava gitmez, poker oynamaz, balığa çıkmaz, içki ve sigara içmezdi. Oturma odasında oturur, kitap okurdu.  (s.112 )


Her neyse, zencileri bilirsiniz, kolayca doğar, kolayca ölürler... Tom Robinson, medeni yasayla evlenmesine, temiz bir adam olup düzenli olarak kiliseye gitmesine rağmen yine de zenciydi işte...Hiç birinin farklı davranmasını bekleyemezdiniz... Daima akıllarına eseni yaparlardı...  (s.277 )





16 Temmuz 2014 Çarşamba

Ahmet ÜMİT - Beyoğlu'nun En Güzel Abisi





Biraz tatil, biraz sıcaklar derken okuma tempom düştü ama  ''Her kitabın okunma zamanı vardır!'' ilkeme uyarak, sürükleyici bir roman seçtim bu kez. Ahmet Ümit'in son romanı Beyoğlu'nun En Güzel Abisi elinizden bırakmadan okuyacağınız bir cinayet romanı.

Ülkemizin en çok okunan yazarlarından olan Ahmet ÜMİT, 1960 Gaziantep doğumludur. Marmara Üniversitesinde Kamu Yönetiminde ve TKP( Türkiye Komünist Partisi ) tarafından gönderildiği Moskova'da Sosyal Bilimler Akademisinde de eğitim görmüş,1989 da aktif politikadan ayrılarak yazmaya başlamıştır.

Bloğumda daha önce yazarın ''Aşk Köpekliktir ve Bab-ı Esrar'' adlı kitaplarını da tanıtmıştım.

Yılbaşı akşamı Tarlabaşı'nda bulunan erkek cesedinin arkasındaki sırları Başkomser Nevzat ve ekibi çözerken sizde onlarla birlikte  sürükleneceksiniz. İstanbul hayranları, Ahmet Ümit hayranları buyrun...
Çok sürükleyici, sıkılmadan okuyacağınız, sinemaya aktarılabilecek tarzda bir cinayet romanı.

 Bana yılda birkaç tane bu tarz kitap okumak yetiyor. Edebi değeri olan kitaplar ise her daim tercihim!

Everest Yayınları tarafından Ekim 2013 te yayımlanan roman 411 sayfa.


******


Kitaptan Alıntılar:


Duymamıştı beni. Yerdeki adama bakmayı sürdürüyordu öylece.Halbuki daha önce de sayısız çatışmaya girmiş, adam vurmuştu. Ama kolay değildi, bir insanın canını almak. Karşınızdaki kim olursa olsun, ne kadar haklı olursanız olun, birini öldürmek, dünyanın bütün yükünü sırtlamak demekti. ''Tanrıdan rol çalmak,'' derdi eski bir arkadaşım. ''Birini öldürmenin anlamı budur.'' Çaldığı rolün sonuçlarıyla yüzleşiyordu yardımcım.  (s.46 )


Kötü bir durumdan bahsediyorum. Devlet, vatandaşa karşı olan görevini gerektiği gibi yerine getirse ne Beyoğlu'nun en güzel abisi olur ne de en şahane babası... Devlet, işini yapmadığı için  görevini yapan memurlar kahraman muamelesi görüyor... Öyle bir şey yok. Ben yapmam gerekeni yaptım. (s.155)


''Evet,'' dedi cılız bir sesle. ''Evet Abi, ben Azize.''
''Abi'' bir tür savunma sözcüğüdür eğlence sektöründe çalışan kadınlar için. Patronlarıyla, müzisyen arkadaşlarıyla, bazı kabadayılarla ve biz polislerle konuşurken sıkça kullanırlar. Hem saygı içerir hem de yardım beklentisini gösterir. O kadınlardan biri size ''abi'' diyorsa, benim için kötülük düşünme, düşünüyorsan da lütfen yapma  demek istiyordur.  (s.239 )



7 Temmuz 2014 Pazartesi

Thomas MANN - Venedik'te Ölüm









Thomas MANN'den okuduğum bu uzun öykünün  benim için yanlış seçim olduğunu söyleyerek başlamalıyım tanıtımıma!

Okuyacağım kitapları seçerken farklı listeler oluşturuyor,  okuduklarımın çoğununda iyi seçimler olduğu düşünüyorum ama maalesef Venedik'te Ölüm okuduğum ''sıkıcı kitaplar'' arasında -hatta üst sıralarda-yerini aldı.

Büyülü Dağ'ın filmini izlediğim için okumak istememiştim ama sanırım yazarın ünlü kitabı Buddenbrooklar' ı okumam daha doğru bir seçim olurdu.

Merak edenler için biraz da kitaptan bahsedeyim; 103 sayfalık kitabın yarısından fazlasında ünlü yazar Aschenbach''ın gerilimlerinden kurtulmak için dinlenme -tatil-yeri aramasıyla geçiyor. Sona yakın bölümde ise uzaktan görerek aşık olduğu Tadzio'ya olan platonik aşkı için salgın hastalığın yayıldığı Venedik'ten ayrılmayan yazarın ölümüyle sonuçlanıyor.

Kitabın konusuna felsefi övgülerde bulunanlar da olabilir ama bence bloğumda paylaşıp da okumasanız daha iyi dediğim ''Kasap Çırağı'' adlı romandan sonra ''Venedik'te Ölüm'' de beğenmediklerim listesinde yerini aldı, takdir sizin!

Bu arada Thomas MANN'in 1929 da Nobel Ödülü almış, ünlü bir Alman yazar olduğunu da hatırlatayım.


******


Kitaptan Alıntılar:


Kararsızlık içinde geçen birkaç yıldan, orada burada yerleşme denemelerinden sonra hayli zamandır Münih'e yerleşmiş, orada dehaya binde bir nasip olan itibarlı bir burjuva hayatı yaşamaya başlamıştı. Henüz genç yaşlarda,okumuş bir ailenin kızıyla yaptığı evlilik, kısa bir mutluluk döneminin ardından karısının ölümüyle sona ermişti. (s.27 )



Gözleri kararıyor, göğsü daralıyor, ateşler içinde yanıyor, kan beyninde zonkluyordu. Kalabalık çarşı sokaklarından kaçarak köprüler geçip fakir dar ara yollara vardı. Orada ise dilencilerin hücumuna uğradı, kanallardan gelen pis kokular yüzünden nefesini tutmak zorunda kaldı. Venedik'in iç taraflarında rastlanan  ve insanda lanetli  ve unutulmuş etkisi bırakan meydanlardan birinde, sakin bir köşede,bir çeşmenin başına çökerek alnındaki terleri kuruladı ve Venedik'ten gitmek gerektiğini düşündü. (s.53 )


Her aşık gibi beğenilmek istiyor, bunun imkansızlığı düşüncesiyle acı üzüntüler geçiriyordu. Elbisesine gençlere özgü iç açıcı ayrıntılar katıyor, değerli taşlar takıyor, parfüm kullanıyor, her gün birkaç kez tuvaletini tazelemeye zaman ayırıyor, yemeklere süslenip heyecan ve merak içinde geliyordu. Kendisini hayran eden bu taze gençlik karşısında  yaşlanmış vücudundan iğreniyordu; ağaran saçlarının, keskinleşmiş yüz çizgilerinin görünümü onu utanca, ümitsizliğe uğratıyordu. (s.96 )