10 Ocak 2014 Cuma

Zülfü LİVANELİ - Serenad



Daha önce Zülfü Livaneli'nin ''Bir Kedi, Bir Adam ve Bir Ölüm'' adlı romanını paylaşmış, henüz Serenad'ı okumadığımı belirtmiştim. Okur okumaz sizlerle paylaşmak istedim.

Zülfü Livaneli'yi hepimiz tanıyoruz ama bilmediğimiz yönlerini de öğrenelim, hatırlayalım;

Zülfü LİVANELİ' yi  müzisyen, politikacı, yönetmen ve yazar olarak tanıyoruz. Siyasi nedenlerle 1972'de İsveç'e gitmiş, Stockholm'de bir yıl müzik eğitimi görmüş, uzun yıllar İsveç'te yaşamıştır.

Halen Vatan Gazetesinde köşe yazarlığı yapmakta, Unesco kültür elçiliği görevine de devam etmektedir.

Yazar,  müzik, ededbiyat,sinema dallarında pek çok ödül almıştır. Bazıları;

1997'de ''Engereğin Gözündeki Kamaşma'' ile Balkan Edebiyat Ödülü,
2001'de ''Bir Kedi, Bir Adam, Bir Ölüm'' ile Yunus Nadi Roman Ödülü'dür.

Serenad'a sadece bir aşk romanı demek onu basite indirgemek olur. Ciddi araştırmalar yapılıp, tarihi gerçeklerle birlikte yazıldığı okuyucu tarafından kolaylıkla anlaşılıyor.

Alman asıllı Amerika'lı profesör Maxmilian Wagner, 1930'lu yıllarda İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde öğretim görevlisi olarak çalışmış, iki yıl çalıştıktan sonra sınırdışı edilmiştir.

 Romanda, profesörün ayrıldıktan 60 yıl sonra İstanbul'a dönüşü anlatılırken, Yahudi asıllı eşi Nadia'nın Romanya'dan kaçarken bindiği Struma adlı gemide diğer Yahudilerle birlikte ölüme terk edilişini, profesörün yıllar sonra anılarını paylaştığı Üniversite görevlisi Maya Duran'la paylaşımlarının Maya'nın hayatındaki bilinmeyenleri de ortaya çıkarmasını, okurun ''Mavi Alay'', ''Struma'' ve o dönemin gerçekleriyle yüzleşmesini sağlıyor.

 Serenad  hüzünlü,etkileyici bir roman.
 Yaşanmış gerçekleri Zülfü Livaneli'nin güzel anlatımıyla okumak isteyenlere öneriyorum...



******


Kitaptan Alıntılar::


Anlaşılan, Yahudiler Romanya'da Naziler tarafından kitleler halinde öldürülürken, yakılırken, kasap çengellerine asılırken, bir yandan da rüşvet çarkları dönüyordu. Birilerinin aracılığı ve ödenen paralar sonunda bazı kurbanların kurtulmasına izin veriliyordu. Ama nasıl kurtulacaklardı? hangi yolla gideceklerdi?
Struma gemisi işte bu konuyla ilgiliydi. (s.219 )


Başımı çevirip Boğaz manzarasına bakarak daldım. Nedense bu üç kadın birbirine karışmıştı kafamda. Hepsini bir arada, sanki tanışıyorlar, konuşuyorlar gibi düşünüyordum. Nadia Mavi Alay'daydı, anneannemle beraber Kızılçakçak Gölü'ne atlıyordu. Babaannem Struma'daydı. Üç ayrı din, üç ayrı kadın ama ortak kaderler.
Okulda İbni Haldun'un bir sözünü öğretmişlerdi, yıllarca unutamamıştım. ''Coğrafya kaderdir.'' İşte bu üç kadının kaderi de doğdukları coğrafyaya ve zamana göre çizilmişti. (s.267 )


Müziğin bazı insanları, diğerlerinden daha fazla heyecanlandırdığı, daha fazla etkilediği üzerinde durdular. Kreutzer Sonat yazarı Tolstoy'un, çalışırken ve bazı hassas dönemlerinde müzik dinleyemediğini konuştular. Büyük yazar müzikten çok etkilendiği için, duygularının fırtınaya tutulmuş bir yaprak gibi olduğunu, varlığının en temelden sarsıldığını söylüyor, bu yüzden müzik dinleyemiyordu.
Max, arkadaşlarına, Nadia'nın da o insanlardan birisi olduğunu söyledi. Müziği  bizler gibi ''güzel sesler'' olarak algılayamıyordu o. Varoluşu temelden sarsılıyordu.
Çalışmadan sonra dağılırlarken, Max, arkadaşlarına kararını açıkladı: Nadia için bir serenad besteleyecekti. (s.277)


Başlarda gemiye resmi görevlilerden başka kimsenin çıkmasına izin verilmemişti. Bir süre sonra İstanbul Yahudi Cemaati gemidekilere yardım etmek için izin almayı başardı. Motoru karaya alıp tamir ettirmeye başladılar. Bu arada gemiye gidip gelirken, oradaki insanlara yiyecek ve ilaç da götürüyorlardı. (s.316 )

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder