28 Temmuz 2014 Pazartesi

Harper LEE - Bülbülü Öldürmek






Sıcaklardı, tatildi derken bu ay fazla okuyamadım ve sadece üç kitap paylaşabildim sizlerle.  Kıssadan hisse; uzun yaz günlerindense  kış geceleri daha verimli okuyabiliyorum!

1961 Pulitzer Ödülü, 1962 Altın Küre ve üç Oscar Ödülü alan roman,sinemaya da uyarlanmış; Amerikan Kütüphanecileri tarafından da ''Yüzyılın En İyi Romanı'' seçilmiştir.

1926 doğumlu yazar Harper LEE'nin 51 yıldır hiç baskısının tükenmediğini belirttiği Bülbülü Öldürmek, yazarın ilk ve tek romanıdır.

Bloğumda daha önce paylaştığım Boyalı Kuş, Onca Yoksulluk Varken, Kasap Çırağı ve Momo'da olduğu gibi Bülbülü Öldürmek'te de olaylar küçük bir kız çocuğunun ağzından anlatılıyor.

Roman, 1930 larda Amerika'nın güney eyaletlerinden Alabama'nın küçük bir kasabasında bir zencinin beyaz bir kızın ırzına geçmekle suçlanması ve kasaba halkının bütün baskılarına, önyargılarına karşı sanığın avukatlığını üstlenen avukat Atticus'un ırk ve sınıf ayrımına karşı tüm kasabalıları karşısına almasıyla gelişen olaylara ilişkin.

 Yazarın on yaşındayken yaşadığı yere civar bir kasabada gerçekleşen olaydan, gözlemlerinden esinlenerek, yazdığı Bülbülü Öldürmek, Amerikan Edebiyatı'nın klasiklerindendir.

Altın Kitaplar Yayınevi tarafından 7. basımı yapılmış olup, kitap 319 sayfadır.

Yaz aylarında (bile)  akıcı, güzel bir roman okuyayım diyenlere öneriyorum.

Keyifli okumalar...


******


Kitaptan Alıntılar:


O zamanlar insanlar ağır hareket ederlerdi. Meydanda keyiflerince dolaşırlar, çevredeki dükkanlara eğlene eğlene girip çıkarlardı.Hiçbir şeyde acele etmezlerdi. Gün yine yirmi dört saatti ama sanki daha uzunmuş gibi gelirdi. Acele etmek diye bir şey yoktu.  Çünkü ne gidilecek bir yer, ne alınacak bir şey, ne alışveriş yapacak para, ne de Maycomb sınırlarının dışında görülecek bir yer vardı. (s.12 )



Bizim babamız hiçbir şey yapmazdı. Dükkanda değil, ofiste çalışırdı, Kamyon sürmezdi. Şerif değildi. Çiftçilik yapmaz, garajda çalışmazdı. Kısaca, kimsenin hayranlığını çekecek bir şey yapmazdı.
   Bütün bunlardan başka da gözlük takardı.Sol gözü artık hiç görmüyor gibiydi. Sol gözündeki görme zayıflığının Finch ailesinin baş derdi olduğunu söylerdi.Bir şeyi iyice görmek istediğinde başını çevirir, sağ gözüyle bakardı.
  Okul arkadaşlarımızın babalarının yaptığı şeyleri yapmazdı; Hiç ava gitmez, poker oynamaz, balığa çıkmaz, içki ve sigara içmezdi. Oturma odasında oturur, kitap okurdu.  (s.112 )


Her neyse, zencileri bilirsiniz, kolayca doğar, kolayca ölürler... Tom Robinson, medeni yasayla evlenmesine, temiz bir adam olup düzenli olarak kiliseye gitmesine rağmen yine de zenciydi işte...Hiç birinin farklı davranmasını bekleyemezdiniz... Daima akıllarına eseni yaparlardı...  (s.277 )





16 Temmuz 2014 Çarşamba

Ahmet ÜMİT - Beyoğlu'nun En Güzel Abisi





Biraz tatil, biraz sıcaklar derken okuma tempom düştü ama  ''Her kitabın okunma zamanı vardır!'' ilkeme uyarak, sürükleyici bir roman seçtim bu kez. Ahmet Ümit'in son romanı Beyoğlu'nun En Güzel Abisi elinizden bırakmadan okuyacağınız bir cinayet romanı.

Ülkemizin en çok okunan yazarlarından olan Ahmet ÜMİT, 1960 Gaziantep doğumludur. Marmara Üniversitesinde Kamu Yönetiminde ve TKP( Türkiye Komünist Partisi ) tarafından gönderildiği Moskova'da Sosyal Bilimler Akademisinde de eğitim görmüş,1989 da aktif politikadan ayrılarak yazmaya başlamıştır.

Bloğumda daha önce yazarın ''Aşk Köpekliktir ve Bab-ı Esrar'' adlı kitaplarını da tanıtmıştım.

Yılbaşı akşamı Tarlabaşı'nda bulunan erkek cesedinin arkasındaki sırları Başkomser Nevzat ve ekibi çözerken sizde onlarla birlikte  sürükleneceksiniz. İstanbul hayranları, Ahmet Ümit hayranları buyrun...
Çok sürükleyici, sıkılmadan okuyacağınız, sinemaya aktarılabilecek tarzda bir cinayet romanı.

 Bana yılda birkaç tane bu tarz kitap okumak yetiyor. Edebi değeri olan kitaplar ise her daim tercihim!

Everest Yayınları tarafından Ekim 2013 te yayımlanan roman 411 sayfa.


******


Kitaptan Alıntılar:


Duymamıştı beni. Yerdeki adama bakmayı sürdürüyordu öylece.Halbuki daha önce de sayısız çatışmaya girmiş, adam vurmuştu. Ama kolay değildi, bir insanın canını almak. Karşınızdaki kim olursa olsun, ne kadar haklı olursanız olun, birini öldürmek, dünyanın bütün yükünü sırtlamak demekti. ''Tanrıdan rol çalmak,'' derdi eski bir arkadaşım. ''Birini öldürmenin anlamı budur.'' Çaldığı rolün sonuçlarıyla yüzleşiyordu yardımcım.  (s.46 )


Kötü bir durumdan bahsediyorum. Devlet, vatandaşa karşı olan görevini gerektiği gibi yerine getirse ne Beyoğlu'nun en güzel abisi olur ne de en şahane babası... Devlet, işini yapmadığı için  görevini yapan memurlar kahraman muamelesi görüyor... Öyle bir şey yok. Ben yapmam gerekeni yaptım. (s.155)


''Evet,'' dedi cılız bir sesle. ''Evet Abi, ben Azize.''
''Abi'' bir tür savunma sözcüğüdür eğlence sektöründe çalışan kadınlar için. Patronlarıyla, müzisyen arkadaşlarıyla, bazı kabadayılarla ve biz polislerle konuşurken sıkça kullanırlar. Hem saygı içerir hem de yardım beklentisini gösterir. O kadınlardan biri size ''abi'' diyorsa, benim için kötülük düşünme, düşünüyorsan da lütfen yapma  demek istiyordur.  (s.239 )



7 Temmuz 2014 Pazartesi

Thomas MANN - Venedik'te Ölüm









Thomas MANN'den okuduğum bu uzun öykünün  benim için yanlış seçim olduğunu söyleyerek başlamalıyım tanıtımıma!

Okuyacağım kitapları seçerken farklı listeler oluşturuyor,  okuduklarımın çoğununda iyi seçimler olduğu düşünüyorum ama maalesef Venedik'te Ölüm okuduğum ''sıkıcı kitaplar'' arasında -hatta üst sıralarda-yerini aldı.

Büyülü Dağ'ın filmini izlediğim için okumak istememiştim ama sanırım yazarın ünlü kitabı Buddenbrooklar' ı okumam daha doğru bir seçim olurdu.

Merak edenler için biraz da kitaptan bahsedeyim; 103 sayfalık kitabın yarısından fazlasında ünlü yazar Aschenbach''ın gerilimlerinden kurtulmak için dinlenme -tatil-yeri aramasıyla geçiyor. Sona yakın bölümde ise uzaktan görerek aşık olduğu Tadzio'ya olan platonik aşkı için salgın hastalığın yayıldığı Venedik'ten ayrılmayan yazarın ölümüyle sonuçlanıyor.

Kitabın konusuna felsefi övgülerde bulunanlar da olabilir ama bence bloğumda paylaşıp da okumasanız daha iyi dediğim ''Kasap Çırağı'' adlı romandan sonra ''Venedik'te Ölüm'' de beğenmediklerim listesinde yerini aldı, takdir sizin!

Bu arada Thomas MANN'in 1929 da Nobel Ödülü almış, ünlü bir Alman yazar olduğunu da hatırlatayım.


******


Kitaptan Alıntılar:


Kararsızlık içinde geçen birkaç yıldan, orada burada yerleşme denemelerinden sonra hayli zamandır Münih'e yerleşmiş, orada dehaya binde bir nasip olan itibarlı bir burjuva hayatı yaşamaya başlamıştı. Henüz genç yaşlarda,okumuş bir ailenin kızıyla yaptığı evlilik, kısa bir mutluluk döneminin ardından karısının ölümüyle sona ermişti. (s.27 )



Gözleri kararıyor, göğsü daralıyor, ateşler içinde yanıyor, kan beyninde zonkluyordu. Kalabalık çarşı sokaklarından kaçarak köprüler geçip fakir dar ara yollara vardı. Orada ise dilencilerin hücumuna uğradı, kanallardan gelen pis kokular yüzünden nefesini tutmak zorunda kaldı. Venedik'in iç taraflarında rastlanan  ve insanda lanetli  ve unutulmuş etkisi bırakan meydanlardan birinde, sakin bir köşede,bir çeşmenin başına çökerek alnındaki terleri kuruladı ve Venedik'ten gitmek gerektiğini düşündü. (s.53 )


Her aşık gibi beğenilmek istiyor, bunun imkansızlığı düşüncesiyle acı üzüntüler geçiriyordu. Elbisesine gençlere özgü iç açıcı ayrıntılar katıyor, değerli taşlar takıyor, parfüm kullanıyor, her gün birkaç kez tuvaletini tazelemeye zaman ayırıyor, yemeklere süslenip heyecan ve merak içinde geliyordu. Kendisini hayran eden bu taze gençlik karşısında  yaşlanmış vücudundan iğreniyordu; ağaran saçlarının, keskinleşmiş yüz çizgilerinin görünümü onu utanca, ümitsizliğe uğratıyordu. (s.96 )