29 Eylül 2015 Salı

Sibel K. TÜRKER - Şair Öldü



 Ben bir okur olarak kitabın içinde kaybolmayı seviyorum.

 Romanlarda kurgu  önemli  ama dili çok iyi kullanmak, o bildiğimiz sözcükleri yan
 yana getirirken oluşturulan derin anlam, betimlemelerin zenginliği, -ki yazarın hayal gücünün derinliğinin delilidir bence- içsel çözümlemeler beni yazılanla bütünleştirir adeta. 
Altını çizeceğim cümleler bulup çizmek, her an o sihirli dünyaya dönmemi sağladığı için mutlu eder beni.

  İşte Sibel K. Türker'in öykülerinde, romanlarında ben kayboluyorum adeta...

Seçilememiş bir yaşam, aile, kardeş, anne ve baba.
 Sevgiden, güzel ve iyi olandan yoksunluk kader mi?
 Dik durarak ayakta kalmaya çalışırken Ersin'in uğradığı farklı yaşamlar ana yola varmadan önce uğranan ara sokaklar sanki.

Şair Öldü, 2006 yılında yayımlanmış okunası bir roman.

 Sibel K. Türker'in ilk okuduğum romanı ''Benim Bütün Günahlarım'dı.''  Bloğumda Kasım 2013 te paylaşmıştım. 2014 Ağustos ayında  ''Hayatı Sevme Hastalığı'' ve ''Öykü Sersemi'ni,''  Şubat 2015 te ''Meryem'in Biricik Hayatı'nı'' ve Mart ayında ise '' Aşkın Kalplerimizdeki Mutat Yolculuğu'nu''tanıtmaya çalıştım.


Öykü Sersemi ile 2005 Yunus Nadi Öykü Ödülü, Ağula ile 2006 Haldun Taner Öykü Ödülü, Hayatı Sevme Hastalığı ile 2012 Duygu Asena Roman Ödülü, 2013 Yunus Nadi Roman Ödülü ve Ebubekir Hazım Tepeyran Roman Ödüllerini alan yazarın öykü ve romanlarınızı okuyanlar bana hak vereceklerdir. 

Henüz Sibel K. Türker'in kalemiyle tanışmayanlara ''Benim Bütün Günahlarım'' ile başlamalarını, ''Hayatı Sevme Hastalığını'' mutlaka okumalarını öneriyorum. Diğer öykü ve romanlarını nasıl olsa okumak isteyeceksiniz. 


******


Kitaptan Alıntılar:


  İnsanlar, üzeri yazılmamış beyaz kağıtlar gibi. Uçuşup savrulduklarını bilmiyorlar. Gitmelerinin ve gelmelerinin anlamını kavrayamıyorlar. Suskunluklarını arıyorum ben, demeyişlerini. Söyledikleri asıl bildikleri değil. Bildikleri, gördüklerinden uzakta. Kendi takdir ettikleri bir kıymetin içinde ışıldayıp körleşiyorlar.  (s.46 )


Ah, insan. Birinin zayıflığı diğerinin gücü olur; birinin suskunluğu diğerinin sesi. Fazla mı kötü niyetliyim? Fena bir şey söylemedi ki. Yabani bir hayvan gibiyim, okşanmaya gelemiyorum. Yalnızlık, tek olmak duygusu midemde erimeyen bir kemik gibi. Yutmuşum ama geri çıkaramıyorum. (s.57  )


21 Eylül 2015 Pazartesi

Robert DELIGE - GANDHİ





  Biyografi türünde pek kitap okuyamadım bugüne kadar. Ya okumak istediğim kişilerin biyografileri yazılmamış ya da aradığım zamanlarda istediğim kitabı bulamıyordum.

  Gandhi de okumak istediklerimdendi. Dost Kitabevi tarafından Temmuz 2015 te bu kitabın yayımlandığını görünce okumak istedim. Kitap 160 sayfa.

  Gandhi hakkında daha önce yazılan biyografileri okumadığım için kıyaslayamayacağım ama  kitabın tanıtımında bugüne kadar yazılan kitapların önemli bir kısmının kutsayıcı, ululayıcı bir vurguyla yazıldığı,  bu biyografinin ise ihtilaflı görüşleri göz ardı etmeden daha nesnel bir Gandhi portresi çizdiği belirtilmiş.
  
  Gandhi'nin 13 yaşında evlenmesi, üniversite öğretimini İngiltere'de yapıp İngiliz kültürüne uyumu ve sonrasında Güney Afrika'da yaşadığı yıllardan sonra Hindistan'a dönüp reformist, aktivist kişiliğiyle Hindistan'ın bağımsızlığı için üstlendiği rol ilginç.

 Gandhi anlatılırken putlaştırılmamış bu nedenle biyografiyi okurken zaman zaman verdiği kararlara, yaptığı hareketlere şaşırmamak elde değil.

Keyifli okumalar...


******


Kitaptan Alıntılar :


 Güney Afrika'daki ilk yılları yine de ulusal bir liderin doğuş yılları olur.Gandhi'nin ilk başkalaşımı burada gerçekleşir. Ömrü boyunca bir milliyetçi kalacağı için, bu dönüşüm daha da önemlidir. Onun hümanizması Hindistan'a ve Hintlilere dönük bu derin bağlılıktan asla ayrılmayacaktır. Kimi durumlarda, bir ''Hindu'' lideri olarak da görülecektir. Keza, Hindistan'daki müslümanların lideri Muhammet Ali Cinnah onu böyle niteleyecektir. (s.25 )


Gandhi, makalelerinde, zanaat endüstrisinin ve çıkrıkla yün eğirmenin meziyetlerini över. Giyim tarzı milliyetçiliğe bağlılık göstergesi olur, çünkü, eğer her Hintli yerli giysiler giyerse yerel üretim gelişecektir. Bu fikrin peşinden giden Gandhi yabancı giysiler giyen Hintlilerin Hintli kabul edilemeyeceğini ileri sürmekte tereddüt etmez. (s.63 )




20 Eylül 2015 Pazar

Sigrid UNDSET - Her Kadın Gibi




  Genellikle okuduğum kitapları hemen paylaşmayı tercih ediyorum ancak bu ay biraz tembellik yaptım. İki hafta kadar önce bitirdiğim bir kitaptan bahsedeceğim.
  
  Okumam gerekenleri araştırırken bu romanın tanıtımıyla ilgili iddialı cümleler ile 1928 yılında Nobel Edebiyat Ödülü'nün bu kitaptan dolayı yazarına verilmesi,  her dile çevrilmesi, yirminci yüzyıl edebiyatının şaheserlerinden diye bahsedilmesi ve yazarın  adını bile duymamış olmanın tuhaf etkisiyle edinip okudum ''Her Kadın Gibi'yi.

  Beklentimi yükselten  tanıtımdan sonra sizlere söyleyebileceğim sadece akıcı şekilde okunan bir kitap demek olacaktır! Bir derebeyi ile evlenen zengin bir kadının üst üste çocuk doğurması ve günlük yaşantısı. Sıkılmadan okuyabilirsiniz ancak beklediğim kurguyu  ve altını çizip not  edebilecek cümle de bulamadığımı belirtmeliyim.
Kısacası, mutlaka okuyun diyemeyeceğim bir roman.

Elips Kitap tarafından yayımlanmış ve 384 sayfa.


******


Kitaptan Alıntılar:


Her lohusalığından yine de güzel, daha sakinleşmiş olarak kalkmıştı. Genç omuzlarına yüklenen sorumluluklar her gün biraz daha artıyordu. Yanakları biraz zayıflamış, beyaz, geniş alnının altındaki gözleri daha ciddileşmiş, ağzı ise kırmızılığından kaybedip biraz daha zayıflamıştı. Bu gidişle vaktinden önce ihtiyarlayıp çökecekti... ( s. 137 )


  Skog'da şöyle bir adet vardı: Kiliseden dönüp avluda atlarımızdan indiğimiz zaman kaynatam Herr Björgulf, oğullarıyla beni yanaklarımızdan öperdi. Biz de onun elini öperdik. Sonra evli olanlar öpüşür, bizimle birlikte kiliseye gitmiş uşakların, hizmetçilerin ellerini sıkardık. Babanla Aasmund Amcan babalarından bir hediye aldıkları  zaman onun elini öperlerdi. Herr Björgulf'la karısı odaya geldikleri zaman oğulları ayağa kalkarlar, kendilerine oturun deninceye kadar oturmazlardı, önceleri bu haller bana tuhaf, acayip gelmişti. (s243)




9 Eylül 2015 Çarşamba

Barış BIÇAKÇI - Aramızdaki En Kısa Mesafe





Bir Barış Bıçakçı kitabı daha paylaşmak istiyorum sizlerle. Aramızdaki En Kısa Mesafe.
Yine sade dil hakim kitaba. B.Bıçakçı okuru yormuyor, adeta işini kolaylaştırıyor. Sade, anlaşılır bir anlatımı var. 

Öyküler yine bizden, bizim çocukluğumuzdan. Okurken benzer anılar geldi aklıma, yazarla yaşımın yakın olmasından da kaynaklı tabii.

Çocukların ağzından anlatılan öyküler, romanlar okuru hemen sarıyor. Yaşananlar karşısında çocukların nasıl algılayıp neler düşündüğü zaten başlı başına şaşırtıyor insanı. Aramızdaki En Kısa Mesafe'de bir çocuğun bize aktardığı öyküler, anılar...

 İlk aklıma gelen, bloğumda da tanıtımını yaptığım  Onca Yoksulluk Varken ve Momo da bir çocuğun anlatımıyla yazılan romanlara örnek.

Yazarın Bizim Büyük Çaresizliğimizden sonra okuduğum ikinci kitabı  ve elimde Bir Süre Yere Paralel Gittikten Sonra da okunmayı bekleyen başka bir kitabı.

Keyifle okuyacaksınız...



******


Kitaptan Alıntılar:


  Kemal elinde süt bardağıyla pencereye çıktı. Sabırlı olmamızı söyleyerek sütünü içti. Bitirince, önceden albümden çıkardığı pulları avuç avuç savurdu. Bir sürü pul havada uçuşuyor, ellerimizi havaya kaldırmış tutmaya çalışıyorduk. Pulları havada yakalamak için peşlerinden koşmamız gerekiyordu. ( Pul Biriktirenler adlı öyküden s. 21 )


  Yarıyıl tatili olduğu için otobüsler pek dolu olmuyor. Zaten biri mutlaka yer veriyor anneanneme. Anneannem yine mantosunun eteklerini tutarak oturuyor. Eşarbını düzeltiyor. Çevresindeki insanlara bakıyor. Küçük çocuklarla göz göze gelmeye çabalıyor. Başarınca başını aşağı yukarı sallayarak onlara gülümsüyor. Kendi kendine Arapça bir şeyler mırıldanıyor.
  Sonra uyuyor. Başı öne düşüyor. Arkasından bakıldığında başsız gibi görünüyor. ( Anneannem ve Ben adlı öyküden. s.62 )