17 Ekim 2016 Pazartesi

Haruki MURAKAMİ - Sputnik Sevgilim



  Nobel Edebiyat Ödülü alması beklenen Japon yazarın bu kez de Sputnik Sevgilim romanını okudum.

  Benim gibi bilmeyenler için ''sputnik'' ne demek onu açıklayayım önce. Sputnik, 1957 yılında     Sovyetler Birliğinin uzaya fırlattığı, 58 cm. çapında, 83,6 kg ağırlığında ilk yapay uydu imiş. Sözcük anlamı ise ''yoldaş.''
  
  Murakami okumayı seviyorum, Hem modern dünyanın gerçekliği, hemde gizemli boyutlarda kurguluyor  romanlarını. Sputnik Sevgilimde yine karakterler yalnız. 

  Kitabın anlatıcısı K., genç, bekar, nazik ve zeki bir ilkokul öğretmeni. Aşık olduğu Sumire ise yazar olma tutkusuyla üniversiteyi terk etmiş. Mui, Sumire'nin aşık olduğu, kendinden on yedi yaş büyük, evli bir kadın.
  
 Yalnızlık, aşk, cinsellik ve paralel evren ana tema. Murakami yine müzik bilgisini serpiştirmiş ara ara. Gerçeklik ile farklı boyutlarda geçen roman okunmaya değer. Murakami'nin tüm kitaplarını okumak istiyorum aslında, umarım fırsatım olur.

  1999 yılında yazılmış, Türkçeye yeni çevrilmiş roman 224 sayfa ve Doğan Kitap tarafından yayınlanmış.

  Keyifli okumalar..


******


Kitaptan Alıntılar:


Ben bu kadına aşık oldum. Bir anda farkına vardı Sumire. Şüphe yok (buz soğuktur, gül kırmızı ). Ve beni sürükleyip bir yerlere götürmeye çalışıyor; öyle güçlü bir akıntı ki ondan kendimi korumam neredeyse olanaksız. (s.34 )


  Bazen çok tatlı olabiliyorsun. Noel, yaz tatili ve yeni doğmuş yavru köpeklerin toplamı gibi. (s.61)


  O zaman anladım; biz harika yol arkadaşlarıydık, ancak, sonunda her birimiz kendi rotasında gidecek yalnız bir metal kütlesinden başka bir şey değildik. Uzaktan bakınca kayan yıldızlar kadar güzel görünüyorduk. Gerçekte ise, tek başımıza uzaya hapsolmuş, hiç bir yere gidemeyen tutsaklar gibiydik. Ancak iki uydunun yörüngeleri tesadüfen kesişince bir araya gelebiliyorduk. (s.131 )

 

11 Ekim 2016 Salı

Jan WOLKERS - Oegstgeest'e Dönüş



   Hollanda Edebiyatından bir şeyler okuyayım düşüncesi beni Ayrıntı Yayınlarından yayınlanan Jan WOLKERS'ın Oegstgeest'e Dönüş romanıyla buluşturdu.

  İyi ki almışım, iyi ki okudum dediğim kitaplardan oldu. Her kitaptan farklı tad alanlardanım ama okuyup beğendiklerim arasında üst sıralarda yer alacağı kesin.

  Her şeyden önce yazarın  sade ve geçmişe dönüş anlatımlarının akıcılığından etkilendim. Bir Hollanda kasabasında, dar çevrede, katı din kurallarıyla yaşayan bir ailede büyüyen bir çocuğun, tüm kısıtlanmalara, savaş yıllarının yoksulluklarına rağmen kendi varoluş mücadelesine, isyanına tanık oluyorsunuz.

  Yıllar sonra çocukluğunun geçtiği kasabaya dönüp, geçmişin izlerini aramak heyecanlı, hüzünlü..

J. WOLKERS'ın dilimize Türk Lokumu adlı romanı da çevrilmiş, aklımızda olsun.

  Zaman zaman geçmişi anımsamak daha doğrusu farkındalıkla birlikte geçmişi anmak güzel..
Oegstgeest'e Dönüş'ü okurken sizde bunu yaşayacaksınız.

 Ayrıntı Yayınları tarafından yayınlanan romanın elimdeki 2012 ilk basımı ve 176 sayfa.

Keyifli okumalar..


******


  Kitaptan alıntılar :


  Arabamı dükkanın önünde park edip, eski evimizden ilk okuluma yürüdüm. Altı yaşımdayken her gün dört kez yürüdüğüm yoldu bu. İspinozlar, kayın ağacının döktüğü ilk yapraklar arasında aynı kadifemsi adımlarla yürüyorlardı. Tıpkı anahtarla kurulmuş da, her an küçük bir sarsıntıyla hareketsiz kalabilirlermiş gibiydiler. Esasında her şey aynı kalmıştı. (s.54 )


  Pazar günü laboratuvarlar arasında gezindim ama şapeli bulamamıştım. Sanki her şeyin yeri biraz değişmişti ya da bazı binalar kırk beş derece döndürülmüştü. Tanıdığım, bildiğim bir evde artık yolu bulamadığım bir rüyaya benziyordu her şey. Atmosfer aynı kalmıştı. Toplama kamplarının savaştan yirmi yıl sonraki düzenli hali gibiydi. Taşlar arasındaki kısa çimenlerin boyları aynıydı. Çiçek yataklarındaki çalılar arasındaki toprakta hayat kalmamıştı. Peşinden, eskiden öğrencilerin bir mantar parçası üzerinde çarmıha gerdikleri kurbağaların olduğu kabı gördüm.  (s.124 )